45. ZİHİNDEKİ CİNAYETLER

50 13 0
                                    

Dünya üzerinde kaç tane ölüm şekli vardır?

Boğulma, yaralanma, zehirlenme, diri diri yakılma, asılma...ve daha böyle milyonlarcasını size sayabilirdim.

Hepsini de kendi üzerimde denemiştim. Düşlerimde kendimi defalarca öldürmüştüm.

Kalbimin içi kendi mezarlığım olmuşken, zihnim olay yeriydi. Her bir köşesi kurumuş kan izleri, rutubetli tavana asılmış onlarca urgan, kandan denizin, kıyısına vurduğu uçurum. Duvarda iz bırakan kurşun yığınları, ucundan sarkan kalbimle duvara saplanmış paslı bıçaklar, rastgele fırlatılmış kan izi taşıyan işkence aletleri, yer yer yandığım kısımdan dökülmüş is parçaları ve hala taze olan korlar...

Kalbimdeki her bir mezar taşının üzerinde, kanlı ellerimle kazıdığım ölüm sebeplerim yazılıydı.

Ona güvenmek... Onu sevmek...Kendini asmak...Ateş'e soyunmak...

Ve daha binlercesi tanınmayacak hale gelen cesetleri örten toprağın üstüne damgalanmıştı ama...hiçbiri onun başardığı kadar beni derin bir ölüme sürüklememişti.

Neden hiçbir kahrolası ölüm zihnime ince ince sızan korkunç düşünceleri ve onun sebep olduğu acıyı bitirmiyordu?

Kaç gün olmuştu sahi? Kaç günü geceye bırakıp kaç geceyi güne terketmiştim?

Zaman kavramını belirleyecek kadar kendimde olduğumu sanmıyordum. Kendimin kim olduğunu da bilmiyordum zaten. Boşluğa bırakılmıştım öylece. Kendi kanımda boğulmayı bekliyordum.

Sabırla.

Gördüğüm tek şey küçücük bir hücre ve elimdeki kelepçelerdi. Başka da hiçbir şey yoktu. Kör edici bir sessizlik.

Üstümde yer yer kan lekeleri vardı. Kan, en derinden, ruhumdan sızıyordu. Simsiyah olan kanım, gerçeklikle ve hayalsi bir dünya arasında gördüğüm şeylerden sadece biriydi.

Bunların hepsi bir kabustu. Uyanacağım bir kabustu.

Kendi kanımda boğulmak istemiyorum...

Acı çeken fısıltım zihnimi delip geçerken yerimde sallanmaya başladım. Uyanacaktım bu kabustan ama nasıl? Nasıl yapacağımı bilmeden anıların arasında dolaşmak...korkunçtu. Her an yer ve zamanı kaybetmiş gibi hatırlar birbirine giriyor ve gürültüler kopuyordu beynimde.

Bağırışlarımız. Kahkahalarımız. Cümlelerimiz. Hepsi birbirine çarpıyor yakıp yıkıyordu.

Bir an, beni öptüğü barın önündeyken diğer an evinin içine kırmızı yüzüklü kadınla giriyordu. Bir diğerinde yumruklar camlara ve aynalara iniyor, kulaklarım uğulduyordu. Hemen ardından kendimi bir ağaç korosunun ardından bir büyük bir evi incelerken görüyordum. Anılar o kadar hızlı ve çoktu ki yıpranıyorlardı artık.

Eğer bir şey hissetmeseydi böyle güler böyle bakar mıydı hiç?

Değil mi?

Değil Ateş! Seni sevseydi seni teslim etmezdi! Seni o iğrenç insanlara vermek için böyle pislikçe bir komplo kurmazdı! Onu yok etmen lazım!

Başıma iki elimle bastırırken gözlerimi sıkıca yumdum. Ne zaman bu ses konuşmaya başlasa ensemden giren ağrı kuvvetleniyordu.

Haklıydı.

Gizem'in korkusu, Emir'in çaresiz öfkesi ve Gamze'nin bardaki halide bunun kanıtıydı.

Zihnimdeki azaptan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. O sese hizmet etmek dışında bir yol olmalıydı.

O yolu bulmak zorundaydım!

İçimde alaylı bir kahkaha patladığında irkildim.

Benden kurtulamazsın. Ben zaten senim. Bunlar senin düşüncelerin. Tüm dünyayı yakıp yıkmak ve Üst Üye olup seni kandıran pis köpeği mahvetmek isteyen sensin.

Ben değildim!

SENSİN!

Başımı avucumda daha fazla sıktım.

Bendim...Onları yenip Şeytan'ı gebertecektim!
Yine bir anının derinlerinde kaybolduğumda zihnimdeki görüntü değişti. Ellerim saçlarında geziniyordu. Yumuşak ve gür siyah saçları avucumu gıdıklıyordu. Her yanımı saran bu yalnızlıkta yanımda olması içini rahatlatıyordu ama bir yandan da elimi boğazına sarıp onu öldürmek istiyordum!

Bardaki odada künyesini boynuma takarken ona vurmak için bir şeylere bakındım. Onu öldürecektim ve sonra da zihnimdeki azaptan kurtulacaktım.

Senin istediklerini yaptığımda beni rahat bırakacak mısın?

Sadece istediklerimi yaptığında daha mutlu olacaksın.

O, bana yaklaştığında o zamanda orada olmadığından emin olduğum bıçak beni bıraktığı masanın üzerinde parlıyordu. Bana yaklaşıp dudağımı öptüğünde bıçağı aldım ve onu iterek kalbinin üzerine dayadım. Gözlerime sevgiyle baktı ve gülümsedi.

Hadi! Bıçağı sapla! Kazanmak için onu öldürmek zorundasın!

Elini yanağıma koydu ve okşadı. "Beni öldürecek misin?" diye sordu tenimi okşayan sesiyle.

"Ben..." Sesimin tanıdık tonu çaresizdi.

Bıçağı tutan elimi tuttu ve gülümsedi. "Beni öldürmek istemiyorsun Meva."

Sen Meva değilsin! Ateş'sin! Ona kim olduğunu göster!

"Ben Ateş'im!" Sesimin tonu bu sefer tanıdık değildi ve bu tondan çok çekiniyordum.

Başını iki yana salladı. "Değilsin. Sen benim meleğimsin." Hala gülümsüyordu.

YAP ARTIK ŞUNU!

"Ben seni öldüreceğim! Kurtulacağım bu hapisten!" diye bağırdığımda alnımı öptü. "Eğer seni bu durumdan kurtaracağını düşünüyorsan öldür ama bu sefer daha büyük bir şekilde o sesin esiri olacaksın. Onu yen Meva. Sen Meva'sın. Ateş değil."

Dudaklarım titrerken bıçağı çekeceğim sırada korkunç bir sancı gözlerimin arkasına saplandı.

"Korkuyorum... Çok korkuyorum," diye fısıldadım.

Bana güven vermek ister gibi gülümsedi. "Yalnız değilsin. Yanındayım. Künye hala boynunda. Ona tutun ve sakın çıkarma."

Bıçak gürültüyle zemine düştüğünde çok yüksek, öfkeli bir bağırış zihnimde çınladığı için anı gözümden silindi.

Künye hala boynunda...

Elimi yavaşça buz gibi tenime götürdüm ve tenimden bir farkı olmayan zincirle buluştu parmaklarım.

Bir anda her şey söndü.

Sersemliğim gözlerimin önünü kararttı. Bir kaç saniye sonra gözlerimi kırpıştırdım ve etrafıma baktım. Kabustan uyanmıştım. Gerçek tüm çarpıcılığıyla yüzüme vurduğunda nefesim kesildi.

Aslolan kabus şimdi başlıyordu..

🍷

Tekrardan merhaba!

Umarım iyisinizdir...

Yepyeni bir kitaba başlıyoruz.
Hyperion serisi gittikçe daha canlı, aksiyon dolu ve tehlikeli bir hal alıyor.

Özellikle artık sahne Ateş için ayarlanıyor ve perdeler onun için açılıyor...

Ateş ismi gibi ortalığı yakıp yıkacak ve Hyperion'u tepetaklak edecektir...

O zaman macera dolu bölümler başlasın!

HYPERİONWhere stories live. Discover now