YARAYI SARAN YILDIZLAR

57 11 3
                                    

26 GÜN ÖNCE

Meva hastanede olalı yaklaşık iki hafta, gözlerini açalı ise altı gün olmuştu.

O...darmadağındı.

Yani bu haline nasıl bir açıklama getireceğimi bilemiyordum. Şu an yanındaki koltukta oturuyor olmama rağmen geçen altı günde de olduğu gibi gözleri doğru dürüst bana değmiyordu. Gerçi baktığı şeyi de gördüğü yoktu ya. Konuşmuyordu. Kimseyle. Onunla konuşmayı deneyen herkese bazen boş gözlerle bakıyor, bazende sanki onlar yokmuş gibi duvarı izliyordu. Bir tür hayal aleminde gibiydi. Bedenen buradaydı ama ruhu bambaşka bir yerdeydi.

Tabi o siktiğimin cihazı ruhunu rahat bırakmışsa.

İki gün önce Dolunay onu görmek için içeri girmişti ve sinir krizi geçirip onu sarsmaya başlamıştı. Bir yandan da kendisine gelmesini söyleyip durmuştu. Camdan onları izlemeyi kesip odaya dalmış ve Dolunay'ı ondan uzak tutmuştum. Çırpınıyor ve ağlayarak Meva'ya yalvarıyordu lakin Meva varlığımızı sorgulatacak kadar sakin bir tavırla yatak örtüsünü inceliyordu. Dolunay'ı kapı dışarı ettiğimde bu sefer göğsüme yumruklarını savurmuş ve 'Her şey senin yüzünden' faslına başlamıştı. Bu suçlama faslında ona hiç ihtiyacım yoktu aslında. Ben bunu zaten her saniye yapıyordum. Savaş onu benden uzaklaştırırken bir çığlık atıp ona tokat attıktan sonra gitmişti Dolunay. O günün akşamı çok garip bir şey oldu. Meva'nın göz renkleri değişmeye başladı. Acı çekiyormuş gibi başını tutuyor ve inliyordu farkında olmadan. Korku artık yol arkadaşım olduğundan hemen dibimde bitmişti. Ona dokunmak istesem de buna izin vermiyordu. Bu kriz bazen sadece bir kaç dakika sürüyordu. Bazen de saniyeler içerisinde geçip gidiyordu.

Elis'e ya da başka bir Üst Üye'ye böyle bir şey olduğunu sanmıyordum. Onların göz rengi hep sabitti. Bu çok başka bir şeydi. Ne olduğunu bilememek, ona ne olduğunu çözememek canımı yakıyordu. Zaten o günden sonra bir daha kimseyi içeri sokmama emri vermiştim. Yanlıştı ama onu kimsenin o halde görmemesi gerekiyordu.

Ellerindeki kelepçelere baktım. O kadar ağırıma gidiyordu ki onu böyle zincirlemek. Fakat mecburdum. Birine zarar verebilirdi kendine geldiğinde.

Meva'nın bakışları duvardan avucuna döndüğünde aklından ne geçtiğini çok merak ettim. Belki de aklından hiçbir şey geçmiyordu. Adeta bomboş ve ne başı ne sonu belli olan bir arazi gibiydi zihni ve gözleri.

"Seni. Sadece seni. Bomboş araziye ne koyarsam koyayım gönlümden geçene eş değerde olamaz..."

Onu o bomboş arazide yalnız bırakmıştım. Benim yokluğumda kaybolmuştu. Meleğimi yalnız bırakmıştım. Asla kaybolmasına izin vermeyeceğimi söylesem de buna izin vermiştim. Buna ben izin vermiştim. Üstelik o bana inanmayı seçmişti.

Peki şimdi o bomboş arazide benim hala bir yerim var mıydı?

Ofladım.

Dudaklarım ismini söylemek için yanıp tutuşuyordu. "Meleğim?...Bugün hastaneden çıkacağız, biliyor musun? Seni daha güvenli bir yere götüreceğim. Orayı pek seveceğini sanmıyorum ama şu an oraya gitmemiz gerek," diye mırıldandım yumuşak bir sesle. Kapı duvardı hala. Meva'yı alıp camdan bir fanusa yerleştirmişlerdi sanki.

Bu hali beni...ürkütüyordu.

Ondan gözümü alamıyor, bir saniyeliğine bile üstünden ayırmıyordum çünkü her an kendine gelebilirdi.

Doktorun dediğine göre Meva fiziksel olarak tahminlerden çok daha iyiydi ama hala serumlarla yemek takviyesi yapıyorlardı çünkü yiyecek durumda değildi.

Oysa Meva iyi filan değildi. Ben Meva'nın iyi olduğunda nasıl göründüğünü biliyordum. Durmadan laf sokuyor, sırıtıyor ve çok konuşuyordu.

HYPERİONWhere stories live. Discover now