65. RUH YARASI SARILMAZ. DİKİŞ TUTMAZ. KAN DURMAZ.

28 3 3
                                    

Bilgisayar ekranının başında otururken sıcak kahvemi yudumluyordum. Ateş odanın en ucundaki yatakta uyuyordu hala. Saat dört buçuktu. Çatı gittikçe soğuyunca onu aşağıya getirmiştim. Kucağımda uyanmaması için dua etmek zorunda kalmıştım çünkü kendini kucağımda görüp korkmasını istemiyordum. Sadece ona baktığımda gözlerimde uyanan melekler onu incitsin istemiyordum. Yavaşça yatağa yatırmıştım ve üzerini örtmüştüm. Onca uykusuz gecenin ardından ilk kez onu bu kadar huzurlu uyurken görüyordum. İki elini de yanağının altına koymuş cenin pozisyonu almıştı. Yüzündeki o minik gülümseme hep oradaydı. Ona baktıkça bende gülümsüyordum. Hem de bilgisayardan bakındığım haberlerin dehşet vericiliğine rağmen.

Hyperion tam anlamıyla karışmıştı. Sadece onların kullandığı haber ve medya ajansındaki haberler hiç iç açıcı değildi.

Ayaklanma başlamıştı. Birileri içeriden güçlü bir bomba patlatmış gibiydi. Her yerde, her haberin ya başında ya sonunda Ateş'in ismi geçiyordu. Benden çok onun ismi geçiyordu. İşin en korkunç yanı onun daha Hyperion'a girmek için delirmediği ve benimle olduğu anların da kareleri olmasıydı. Birileri evimdeki görüntüleri ve resimleri almış olmalıydı ama kim olduğunu bilmek için fazla kendimi yormama gerek yoktu zaten. Oktay tam bir ateş topuna dönmüştü çünkü yüzüyle ilgili haberler de vardı. Üstelik bunu Ateş'in yaptığına o kadar emindim ki. Sadece bu evden alınabilme ihtimali olan kamera görüntüsü bile vardı. Neyse ki her şey düşünen kadın, evin konumunu ve evin şeklini kadrajdan çıkarmayı akıl edebilmişti. Sadece Oktay'ın ensesine bastırıp yüzünü camlara bastırdığı an vardı. Bunların dışında kalan birkaç büyük manşette ise André'in en çok kullandığı korunaklı balo ve konferans salonu ateşe verilmişti. Ateş'i taklit ederek yapmaya çalışmışlardı ama onun gibi kusursuz yapmaları zaten imkansızdı. Ateş'ten farklı yaptıkları tek şey ise yanmayan yerlere 'BİZ HYPERİON'UN TANRIÇASI'NI İSTİYORUZ!' yazılı kocaman pankartlar asmalarıydı. Bu yaptıkları aslında makine sistemine epey aykırı bir şeydi ama Ateş'in gücü ve zekası onları büyülemişe benziyordu. André Dean basın açıklaması yapıp bu saldırılara bir son verilmesini ve Ateş Sarıhan'ın bir kaçak olduğunu söylediği yayında aynı zamanda Ateş Sarıhan'ı kendisine canlı getiren kişiye büyük bir mevki sahibi olacağını duyurmuştu.

Neden? Neden Ateş'i bu kadar çok istiyordu André Dean? Hem de birine geçerli hiçbir sebebi olmadığı halde mevki verecek kadar? Öldürmek için mi? Gücünü kanıtlamak için mi?

Belki de gerçekten Ateş'in eğer isterse Hyperion'un hükmünü ele alabileceğini bildiği için gözü korkmuştu. İşin en saçma kısmı ise onun yerini Ateş değil benim alacak olmamdı ama neredeyse etkisiz elemanmışım gibi o Ateş'i arıyordu. Bu resmen manyaklıktı. Tüm aç gözlüleri üzerimize salmıştı ve tek istediği Ateş'ti. Yani onu almak için bizi bile öldürebilirlerdi. Hala yerimizi ve sinyallerimizi gizleyen teknolojiye sahip olmamıza rağmen gerilmiyor da değildim. Onun için endişeleniyordum. Hele de o bu kadar kırılgan bir durumdayken.

Yatakta uyuyan kadına baktım. "Herkesi ama herkesi korkutmayı ama aynı zamanda kendine hayran bırakmayı nasıl beceriyorsun?" dedim gülümseyerek. Sonra anladım, ben göz bebeklerimde melekleri taşıyorsam o ruhunda büyük bir kudret taşıyordu. Hyperion'un Tanrıçası kabul edilecek kadar büyük bir kudret.

Sevileni ve istenileni olduğu kadar karalayanı da vardı. Üstelik bayağı da iğrenç bir dille. Bildiğimiz büyük bir nefretle. Sadece haberlerin konu başlıklarına bakmak bile öfkelenmeme ve bu haberleri yayınlayanları bulup tek tek öldürmek istememe yol açıyordu. Asılsızdı bu haberler. Tek yaptıkları onu ayakları altına almaktı.

HYPERİON'UN KAÇAĞI ATEŞ SARIHAN OKTAY KARACA'NIN YANINA ALABİLMEK İÇİN ONA NE VAAD ETTİ? BU GÜZELLİĞİYLE İLGİLİ Mİ?

HYPERİONWhere stories live. Discover now