40. Bölüm ☁ Teklif

19.5K 969 104
                                    

Yiğit'in elini belimde hissetmemle gözlerim fal taşı gibi açılmıştı ve geriye çekilmem sadece saniyeler sürmüştü. Bu bir öpüşme bile sayılmazdı bende. Sadece dudaklarımı dudaklarına bastırmıştım o kadar. Onun öpmesine bile izin vermemiştim. Bende öpmemiş sadece SADECE dudaklarımı dudaklarının üstüne bastırmıştım.

''İşte fark bu. Hiçbir sürtük böyle öpemez,'' dediğimde tekrar yüzünde ciddi bir ifade belirmişti ama gözlerindeki pırıltılardan benimle eğlendiğini görebiliyordum.

''Ama çok güzel rol yapabilirler,'' dediğinde kaşlarımı çatarak gözlerimi gözlerine diktim. Başka bir şey demeden masanın üzerindeki mavi klasörü aldı ve kapıya yöneldi. Benim çıkmamı beklediğini bildiğimden çıktım ve yanından geçerek hiçbir şey demeden merdivenlere ilerledim.

Alt kata indiğimde elbette kendimi mutfağa atmıştım.

Sadece birkaç saniye sonra o da merdivenlerin başında görünmüştü. Kısa bir bakış atıp kapıya yöneldi ve kapının çarpış sesiyle hemen tekrar harekete geçmiştim. Levent'in odasına girerken şifreyi tekrar girmiştim.

Kuzey kalçasını Levent'in çalışma masasına yaslamış ve sağ ayağıyla yere öfkeli darbeler indirerek ritm tutuyordu. Tek eli yumruk şeklinde dizinin üstünde dururken diğer eliyle saçlarını çekiştirirken yakalamıştım onu. Kapıda dikilen beni fark etmesiyle öfkenin o koyu rengini gözlerinde görmüştüm. Ela gözlerinde öfkenin içimi ürperten o tonunu iliklerimde hissedebiliyordum.

Sanki gözlerine kilitlenen gözlerim yanıyor gibiydi. Bu bakışların altında yavaşça eziliyordum. Gözlerindeki o öfke göz bebeklerimden içeriye sızarak beynime erişiyor ve yavaşça donmasına sebep oluyordu. Sanki düşünce kabiliyetim onun bakışları altında küçük bir yaprak gibi kuruyordu.

Sinirle ellerini yüzüne bastırarak yüzünü sıvazladı ve kirli sakalının kapladığı çenesini kaşıyarak yerinden doğruldu. Odanın içine doğru birkaç adım atabilmiştim ama umurundaymış gibi görünmüyordu. Hiçbir şey demeden yanımdan geçerken omzunun üstünden bile bakmamıştı.

Koluna yapışıp onu durdurmaya çalıştığımda kolunu sert bir şekilde benden çekti ve kapıya doğru seri adımlarla ilerlemeye başladı.

''Bu ney şimdi?'' diye sert bir sesle soludum.

Tam kapının pervazına geldiğinde duraksamıştı. İçine çektiği her derin nefeste oksijenden çok öfke vardı. Kapının kenarına yavaş ama hırslı bir yumruk attığında benden tarafa dönmüştü. Gözlerinde hakimiyetini kaybetmek üzere olan bir boğanın öfkesini net bir şekilde seçebiliyordum. Çakmak çakmak parlayan gözlerinde kendimi görüyor olmam çok garip hissettiriyordu. O merceklerde bir av konumundaymışım gibi. Gözleri alev alırken gözlerindeki yansımam da sanki alev alır gibiydi.

Artık sadece gözlerinin değil adımlarının da hedefinde ben vardım. Sanki onun derin ve hızlı nefes alışverişleri bana oksijen bırakmamış gibi nefes alamıyordum.

Sert ve seri adımları dibimde biterken benim başımı kaldırıp ona bakmama fırsat vermeden aynı şekilde dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Dudaklarım yavaşça hareket ederken bu az öncekinin aksine tam bir öpüşmeydi. Kendini hissettiriyordu. Sitemkardı. İstekli ve hırslıydı. Baştan çıkarmak gibi basit bir kavram için değil ele geçirmek gibi derin bir kavram için bana oynuyordu.

O büyük elini enseme bastırdığını hissetmemem mümkün müydü? Ondan çekileceğimi mi sanıyordu? Gerçekten mi? O beni böyle öperse o son vermediği sürece ben son veremezdim ki? Şimdiye kadar ne zaman onu istememiştim de şimdi beni böyle kendine hapsetmeye çalışıyordu? Bir dakika. Sorun onu istemeyecek olmam değildi. Kendi isteğimle başkasını öpmemdi. Başkasını istediğimi düşünecek kadar aptal değildi ama bu tek bir şeyin göstergesiydi. Beni kıskanmıştı. Kıskançlık kaybetme duygusunun en derin ve acı verici haliydi. İçinde durdukça bütün iç organların o düşüncelerle çürürdü.

Gel de Sil İzleriniOn viuen les histories. Descobreix ara