26. Bölüm ☁ Kendine İyi Bak Güzelim

26.3K 1.2K 24
                                    

Y     O    R    U    M 

''Rana Hanım bence Kuzey'i buralardan uzaklaştırmak pekte iyi bir fikir değil. O şu anda düzenlettiğiniz ev ona hiç iyi gelmeyecek. Bulaşıcı bir hastalık taşıyormuş gibi onu karantina altına almaya çalışıyor olmanız eminim ki onu daha çok yaralayacaktır. Bence kendi evinde kalmalı. Onu tamamen yalnızlaştırmayın,'' dediğimde Rana Hanım hiç istifini bozmadan fincanını nazik bir şekilde eline aldı ve dudaklarına götürdü. Küçük bir yudum alıp fincanı tekrar tabağına koyarken gözlerimle onun hareketlerini takip ediyordum. Çarpık bir şekilde gülüp gözlerini devirdi ve tekrar bana baktı. Gözleri bir süre sanki düşüncelerimi analiz edebiliyormuş gibi üzerimde dolaştı.

''Benimle konuşmak istediğin önemli konu bu muydu?'' dediğinde onun bakışlarıyla açtığı bu gizli savaştan kaçmak ister gibi gözlerimi kaçırdım. Gözlerimi daha hiç ellemediğim ve dumanı hafiflemiş olan kendi kahveme götürdüm. Nasıl bu kadar uzun süre birine bakmaktan rahatsız olmuyordu?

''Evet. Nakın siz ne kadar Kuzey'in iyiliğini düşünüyorsanız bende o kadar düşünüyorum. Onun için kötü olan hiçbir şeyi istemiyorum ama siz eğer onu tamamen uzaklaştırmaya çalışırsanız o gider. Bu kadar bunaltılmaya dayanamayacağını sizde biliyorsunuz,'' dediğimde konuşmamın sonlarına doğru ona bakabildiğim için kendimi tebrik ediyordum. Hafifçe oturduğu yerde dikleşti.

''Annesinden daha mı çok düşünüyorsun onun iyiliğini?'' dediğinde hafifçe kaşlarım kalkmıştı.

''Öyle demek istemedim,'' dedim mahcup bir şekilde alt dudağımı kemirmeye başlarken.

''Biliyorum,'' dedi ve devam etti. ''Sana bir şey mi söyledi bu konu hakkında? Onun gideceğini nerden çıkardın? Böyle düşünmene sebep olacak bir davranışta bulunmuş olmalı,''  dediğinde sustum. Kuzey'i bu şekilde annesine ispiyonluyormuş gibi hissediyordum.

''Hayır ama onu tanıyorum. Zaten odadan dışarıya çıkmasına bile izin vermiyorsunuz. Oysa durumu o kadar da kötü değil. Tamam kalbinin nerede pes edeceğini bilemiyoruz ama sanki ölüm döşeğinde biriymiş gibi davranıyorsunuz. Oysa o kendini yormadığı takdirde gezebilir, dışarı çıkabilir,'' dediğimde gülerek iyice arkasına yaslandı.

''Sen onun dışarıya çıktığında beladan uzak duracağını ve kendini yormayacağını mı sanıyorsun. Günde en az üç öğün kavgaya giren bir çocuk. Dışarıya çıkar çıkmaz ilk işi izini kaybettirmeye çalışmak olacaktır. Çünkü burayı gördü. O odada yatmak, tedavinin sancıları, her şeyi gördü. Peki o izini kaybettirirse ne olur? Onu bulmamız en az bir ayımızı alır. Peki bu bir ayda ne olur? Sırf biz onu bulamayalım diye harabe bir yere taşınır. Oradaki bütün belalı tiplerle yüz göz olur ve en az yüz kere kavgaya karışır. Sence bu onu yormaz mı?'' dediğinde zorlukla yutkundum.

''Ergenler gibi size her kızdığında evden kaçacağını düşünmüyorum,'' dedim.

''Bak İlkim. Kuzey için dünya sırt çantasından ibaret. O kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Özgür olmak istiyor. Benim onu kısıtladığımı düşünüyor. Eğer yaşını göz önüne alırsak ergen değil ve aile çatısı altında yaşamak istemiyor olabilir ama ben en azından uygun bir kalp bulunana kadar ve oğlum tamamen iyileşene kadar onun yanında olmak istiyorum. Ben onun sağlığından endişe etmeyeceğim vakit onu böyle sıkmayı bırakacağım. Eğer onun tekrar kaçacağını düşünecek bir şeyler gözlemlersen bana söyle. Onun dışında yapman gereken tek şey oğlumla ilgilenmek,'' dediğinde tam yerinden kalkmış eteğini düzeltirken bende yerimden kalktım.

''Bakın; üç buçuk haftadır o odadan çıkamıyor. En azından dışarıya çıksın. Yürüyemeyecek kadar kötü değil. Hem o halde aylarca hatta yıllarca idare etmişken şimdi neden bir odaya tıkma gereği duyuyorsunuz?'' dedim önüne geçerken.

Gel de Sil İzleriniWhere stories live. Discover now