1. Yollar Nam-ı Diğer Paralel Evrenler

2K 77 95
                                    

Manu Chao- Me gustas

"Hayatta öyle çok şeyle ilgileniriz ki, belirli bir durumda, henüz mevcut olmayan bir mutluluğun temeli atılırken, aynı sırada çektiğimiz acının doruk noktasına çıkması oldukça sık rastlanan bir durumdur."

Havadaki güneş ensesini yakıyordu

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Havadaki güneş ensesini yakıyordu. Yeni doğuyor olmasına rağmen bu sıcaklığın fazla olduğunu düşündü çocuk. Ensesinden sırtına doğru kayıp giden ter damlası onu huylandırsa da, otobüsün camlarına çarpan kafasını kaldırmaya tenezzül etmedi.

Arabadakiler yavaş yavaş homurdanmaya başlamıştı. Sırf bu sebeplerden bile insanlarla bir arada bulunmaktan hazzetmezdi çocuk. Ona kalsa, işini yapar, giderdi. Söylenmek, sıkılmak, oflamak hiçbir şeyin çözümü değildi sonuçta. Babası da böyle düşündüğünden olsa gerek, o da büyüdükçe onun gibi düşünmeye başlamıştı.

Arabadaki ter kokusuna o kadar katlanamıyordu ki, takır tukur ilerleyen otobüsten atacaktı kendini sanki. Yine de sakin olmaya zorluyordu kendini. Sonuçta yaz yeni başlıyor, güneş kendini yeni gösteriyordu. Şimdiden başlarsa kendi kendine söylenmeye, bu işin sonu yoktu. Daha önceki yazlar gibi, hızlıca bir üç ay yaşayacağını düşünüyordu.

Eh bazen yolculuklarımız, bizi sandığımızdan çok daha başka yerlere götürürdü. Çıkılan her yolun kendine özgü bir sonu vardı. Aslında dünyada paralel evrenlere en çok benzeyen şeydi yollar. Sonsuz olasılığı temsil ederlerdi. Hep aynı yolu yürürken bile, sonsuz olasılıklar denizinin içinde kulaç atardık.

Menaf da her insan gibi, geçmiş yaşantısına dayanarak, her şeyin aynı olacağı sonucuna varmıştı. Yine de hayat biraz oyunbozandı. Yaptığımız her planın ve beklentinin içinden geçebilme yetisine sahipti.

Fakat onu suçlayamazdık. O dünyaya yeni gözlerini açan bir bebek gibi, kendi vücudunu bile yeni tanımaya başlamış bir oğlan sayılırdı. Ne bilirdi ki hayatın getireceklerini?

Araba büyük bir gürültüyle, maki çalılıklarının arasında durdu.

"Eh be! Bir köye gitmek bu kadar zor mu bu yüzyılda şoför?" Arkadan bir adamın bağırmasıyla kafasını nihayet camdan çekmişti Menaf. Kimin bağırdığına bakmak için kafasını çevirmişti hafif. Çizgili gömlekli, hafif tere batmış bir adam, ağzındaki sigara ile, bu adamların hiçbiri yasak dinlemezdi, şoföre çıkışıyordu. Öfkenin tanıdık ifadelerini sindirdi kendi içinde.

"Çok konuşma İbrahim. Asfalta yumurta kırsan pişecek sıcakta kendine çattırma beni. Haydi in da!" Batı Karadenizli olduğunu düşündüğü şoför de adamı tanıyor olsa gerek, cevabını vermişti. Zaten mevsimlik işçiler genelde aynı bölgeye giderdi. Menaf bu konuda istisna olduğunu biliyor sayılırdı.

İnme vaktinin geldiğini anlayan işçiler, çoğu öyle anlamış olmalıydı, sıcak ve havasız otobüsten eşyalarını alarak indiler.

Hepsini ayrı ayrı bekleyen arkası hayvan taşımaya müsait olan kamyonetlere yöneldiler. Böyle insanlar, insanlıklarını pek sorgulamazlardı işin açığı. Ha bir kamyonet kasasıydı onlar için, ha limuzin koltuğu. Zaten alışkınlardı bu duruma. Kamyonetlerin önünde çiftliklerin isimleri yazıyordu. Menaf da gideceği çiftliğin kamyonetini bulup, hiç sorgulamadan kasasına bindi. Onunla birlikte birkaç insan daha binmişti. Çocuğun gözleri ilgisizce, uçurumun ardından gözüken denizde geziniyordu. Onca yolun ardından, iyi bir uyku çekmek ne iyi olurdu...

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now