15. Kalkanları Kuşanmak

722 56 143
                                    

Nirvana- Lounge Act

"Bize acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze, bir şiirsellikle sarmalanır ve hayatımızı, kendisinin az çok yakınımızda bulunacağı, heyecan dolu bir akış haline getirir."

Hayatı kaçırdığını hissediyordu çocuk. Bu aceleye yetişemediğini, bir türlü 'diğerleri' ile aynı olamadığını... Sanki diğer herkes hayatın sırrını çözmüştü de, tadını çıkarıyordu. Oysa o tüm bunlardan uzaktı. Başına gelmeyen ya da yapmadığı şeyler için pişman oluyordu.

Onlar gibi yaşamak da istemiyordu ama bir şekilde doğru olanın bu olduğunu hissetmekten de geri duramıyordu. Sevilmek istiyor, başını birinin omzunda dinlendirmek istiyor ama aynı zamanda bu fikirden nefret ediyordu. Çünkü kendi kendine yetebilirdi... İnsan illa birilerini mi sevmeliydi? Ya da sevdiği insan onu sevmeli, istediklerini mi vermeliydi? Güçlü olmanın bunlarla başa çıkmak olduğuna inanıyordu. Birini sevse bile, her şeyi kendisi halletmeliydi.

"Al, istediğin gibi değil mi?" Tibet'in elindeki dondurmaya baktığında gülümsedi. Tibet yine dedesini ziyaret etmiş, Menaf da peşine takılmıştı.

"Evet, öyle. Teşekkür ederim." Çocuk yeşil gözlerini, Tibet'in elalarına çevirdiğinde, gözlerindeki ifadeyi anlamlandıramadı bir an Tibet.

Akşam güneşi kırmızılığı ile birlikte batmak üzereydi. Bu da insanın içini değişik hislerle sarmalıyordu. Sıcaktan bunalıp dondurma yemek istemişlerdi. İkisi de arkadaş gibi davranıyordu. Hislerin nasıl geliştiğini kim nereden bilebilirdi? İkisi de bir yerde, bazı şeylere uzaktı. Her şeyi anlamak zordu. Tibet ne kadar anladığı konusunda ısrarcı olsa da, onun da kaçırdığı şeyler vardı hayatta. Bunun en büyük sebebi ise, insanlara karşı olan inançsızlığıydı.

"Burası benim en sevdiğim dondurmacı, buradan başka bir yerden yemiyorum." Dondurmacının karşısında otururken ikisi de sıcaktan erimemesi için hızlı hızlı yalıyorlardı dondurmalarını.

Önlerinden geçen insan kalabalığı ara sıra kaldırımda oturan iki çocuğa bakıyor, sonra yollarında devam ediyorlardı. Gereksiz bir gürültü olsa da birbirlerini duyabiliyorlardı.

"Güzelmiş gerçekten." Menaf da şaşırmıştı. Pek dondurma seven birisi olmasa da sıcakta iyi gider diye düşünmüştü.

Kaçamak şekilde çocuğun dondurmayı yalayan diline, etrafı dondurma olmuş dudaklarına bakıp duruyordu. Elinde olmuyordu. Her fırsatı kendisini denemek için kullanır olmuştu, çünkü merakını bir kenara atamıyordu.

Tibet'te ne vardı? Ne vardı da onu bu kadar etkilemişti? Gözleri miydi mesela? Öyle derindi ki, her şeyi bilir gibi bakıyorlardı. Olmadık lafları eden dudakları mıydı? Hepsiydi belki de. Ayrım yapamayacak kadar hoşuna gidiyordu çocuk.

"Neden öyle bakıyorsun?" Tibet umursamaz bir sesle söylenince kendine gelmişti Menaf. Çocuğun kafasını çevirmeden yan bakışları onu irkiltse de bakışlarını kaçırmadı. Zaten anlıyordu, kaçmanın ne manası vardı?

"Bir şeyleri görmek istiyorum." Dedi, Menaf bu sefer önüne bakarak.

Tibet güldü. Bu sefer anlamıştı işte. Sadece hatası şuradaydı, anlasa bile yüzeyde kalıyor, derinliğini algılayamıyordu. Bu da onu tehlikeli biri yapıyordu. Çünkü suyun derinliğini bilmeden, her bulanık suya giriyordu.

"Aradığını buldun mu bari?" Yamuk ve kendini beğenmiş gülüşünün insanlara ne yaptığını çok iyi bilir gibi gülümsüyordu. Öyle vakitlerde, çocuğun bakışlarına bile bir şeyler oluyor, değişiyordu. Kibir mi insanı bu hale getiriyordu, yoksa özgüvenin tatlı güzelliği mi çöküyordu çocuğun üstüne?

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now