9. Hala Mutlu Birileri

493 58 126
                                    

TV Girl- Not Allowed

"... Ancak mutluluğunu açıkça göstermekten de sakınıyordu, bazen mutluluk dolu bir gülümseyişi başkalarının ve ailesinin gözünden gizlerken öylesine güç harcıyordu ki, dudaklarının zorlanmasından ağlamak üzere olduğu sanılabilirdi. Çünkü yaşadıklarını, kaba parmakların arasında korku dolu bir çığlıkla parçalanabilecek yüzlerce hassas bağlantıyla birleşmiş bir sanat eserini saklar gibi, yabancı gözlerden saklamak istiyordu."

Gecenin etkisinden kurtulmak sandığı kadar kolay olmamıştı yeşil gözlü için. Kafasında tüm gece düşünceler dönüp durmuş hatta kafasına fiziksel bir baskı yaptıklarını bile düşünmüştü. Sabahlamış sayılırdı.

Şeftalileri toplarken de dalgındı, ayırırken de, tartarken de, duş alırken de... Sanki bu dünyadan kopmuş ve kim olduğunu bulmak için içsel bir yolculuğa çıkmıştı. Bir anda hayatı öyle anlamsız ve boş gelmeye başlamıştı ki ellerinin bile ona ait olmadığını hissediyordu. Aynada yabancı birisi bekliyordu ve bakmaya tahammül edemiyordu.

Tek bir soru insanı nasıl alt üst edebilirdi? Ama öyle bir dönemdi ki, tek bir soruyla kendini bulabildiği gibi, kendini de kaybedebilirdi. Bazen böyle zamanları olurdu, biliyordu. Sonra geçerdi. Ama şimdi içindeki hisler öyle kötü geliyordu ki ona, hiç geçmeyecekmiş gibiydi.

Duştan sonra temiz kıyafetlerini üstüne geçirip bir süre yatağında karşı duvarı izledi. Güneşin oyunlarıyla toz zerrecikleri daha netti. En az o toz zerrecikleri kadar yolunu kaybetmiş olmalıydı.

Neyse ki yarın hafta sonuydu ve dinlenebilirdi. Gerçi Menaf'a sorsalar bir dakika bile oturmak istemezdi çünkü hareketsiz kalmak düşünmeye sebep oluyordu. Çoğu insan gibi, bedenini yorarak kafasındaki düşüncelerden kurtulabileceğini düşünüyordu... Gelecek günler ona bunun asla olmayacağını daha iyi öğretecekti. Düşünmek, keyfi olarak bırakılabilecek bir şey değildi asla.

Fakat insan buna içten içe öyle inanmak isterdi ki, düşüncelerini yönetebileceğine ve hislerini bastırabileceğine, diğer hareketlerinin saklamak istediği şeyi açık ettiğini bile fark etmezdi. İnsanın kendine körlüğü en fenasıydı.

"Menaf!" Şeref'in sesi ile henüz uzandığı yerden ayaklandı. Kapıdan başını sarkıtınca temiz hava ıslak saçlarına değmiş, onu biraz olsun iyi hissettirmişti.

"Efendim?" Müştemilattan evin oraya kadar sesinin gittiğini umuyordu, boş bir şey için ayakkabılarını giymek istemiyordu. Küçücük eylemler bile zaman zaman gözünde büyüyordu.

"Gel oğlum iki dakika." Uzandığı yerden Şeref'in kafası görülmüştü şimdi.

"Geliyorum." Diyerek ayakkabılarına eğildiğinde, bir yandan da ofluyordu. Ağzının içinde söylene söylene Şeref'in yanına ulaştığında acaba nasıl saçma bir şey söyleyecek diye düşünüyordu.

"Tibet şimdi dedesine gidiyor Menaf ama yeni yazılan ilacını unutmuş, ben de hale gideceğim bugünün hasatı için. Sana zahmet bunu götürsen peşinden?" Elindeki poşeti uzatırken acelesi olduğu belliydi.

"Ev nerde onu bile bilmem ben Şeref Bey, nereye gideceğim?" İstemeye istemeye küçük poşeti alıp içine baktı.

"Tibet yürüyerek gider hep, çok olmadı çıkalı zaten. Bak, sen şu köşedeki Tibet'in bisikletini al, beş dakika bile sürmez ona yetişmen. Acil olmasa seni mesaiden sonra kaldırmazdım vallahi." Kaldırırdı. Menaf bunu biliyordu.

"Ne tarafa gideceğim?" dedi yine de düşüncelerini kendine saklayıp. Hem belki böylece düşünmemiş olurdu.

"Çiftlikten çıktıktan sonra köy yoluna doğru süreceksin, yolda Tibet'i yakalarsın zaten." Acele acele anlatıp eski Mazdayı çalıştırıp, çiftlikten çıkmıştı.

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now