31. İnsanileşmek

391 44 45
                                    

Empire Of The Sun- We Are The People

"Bir insanı küçük düşürmenin en korkunç yolu, onun acı çektiğine inanmamaktır."


Sabahın erken vaktinde, neredeyse hiç uyumadan kuşlarla birlikte çalışmaya başlamıştı Menaf. Hem havanın biraz serin olmasından dolayı hem de kafasını toplamanın tek yolunun bu olduğunu düşündüğü için kendini bahçeye atmıştı.

Dallar birbirine sabah meltemi ile sürtüyor, hışırtısı kendi kalbinin de dinginleşmesine yardımcı oluyordu. Zaman zaman anlamadığı bir biçimde çok sinirli hissediyordu. Hayatını sekteye uğratan bir öfkeydi bu. Yakıp yıkmak, tekmelemek istiyordu içindeki tanıyamadığı his.

Bu hissin bu kadar sık ortaya çıkmasını da Tibet'e bağlıyordu. Çocuk onu uç hislere itmekte hiç zorlanmıyordu.

Menaf kendi hayatının zorluğunda kaybolmuşken, başkasına duyduğu hissin daha anlayışla karşılanmasını istemenin bencilliği ile de savaşıyordu. Geçen gece bunu biraz daha net anlamıştı.

Tibet onu her ne kadar kızdırsa da, gözünü de açıyordu. Bu yüzden ondan kopmak, uzak kalmak çocuğa çok zor geliyordu.

Bol gömleğinin birkaç düğmesini açıp, güneşin ve sabah melteminin tenine değmesine izin verdi. Geniş kovboy şapkası onu korusa da, hafif hafif esen rüzgarın ürpertisini seviyordu. Derin nefesler alarak, şeftali kokularının tadını çıkarıyordu. Aşağıya kısaca bir göz attığında epey bir kasa biriktiğini fark etmişti. Uzun süredir işin başındaydı.

İnsanın düşüncelerinden kaçmak için çok yolu olsa da Menaf bunlara hakim bir çocuk değildi. Hayatta herhangi bir hobisi yoktu. Çok iyi bildiğini iddia edebileceği şeyler yoktu. Öyle bir şekilde büyümemişti. Sadece çalışmak için varmış gibi hissederdi bazen. Bir şeyleri taşımak içinmiş gibi. Bir araçtan farksız.

Bu düşüncelere kapıldığında değersizlik hissini çokça tadıyordu. Bu da Tibet'le olan ilişkisini ister istemez etkileyen bir şeydi. Aradaki uçurum gözünde daha da büyüyor, bu da çocuğun onu anlamasını engelliyor gibi geliyordu.

Elindeki çürük şeftaliye bakarken duraksadı. Aslında fazla olgunlaşmıştı. Burukça gülümsedi. Dalında fazla kalan, olduğu yerde gereksizce kalan ve olgunlaşan her şey çürürdü. Bazen 'olgunluk' denilen şey, pis bir şeye dönüşebiliyordu.

Zamanlama denilen o kısa aralıkta güzeldi belki de her şey. Acaba zamanı mı tutturamamıştı? Çürümüş müydü içindeki bir şeyler? Bu yüzden mi hem zevk alıyor hem de midesini bulandırıyordu bu yaşananlar?

"Hola, genç kovboy! Buralarda atım Düldül olacaktı, görmüş olabilir misin acaba?"

Menaf yan bir şekilde gülümseyip, merdivenin altında dikilmiş olan Eren'e baktı. Kendi içindeki denizin dalgaları arasında kaybolmuşken, dış dünyanın seslerini duyamamıştı.

"Düldül değil ama az önce Rin tin tin'i gördüm sanırım." Dedi çocuğun ağzındaki saman parçasına bakarak.

Beklediği kişi her ne kadar Eren olmasa da şikayetçi de değildi. Boğulduğu sularda ona bir el uzatan olduğunda, bir nefeslik vakti veren herkese minnettardı Menaf.

"O da olur. İn hadi, sana limonata getirdim."

Menaf limonatayı duyar duymaz sulanan ağzına bir küfür etti içinden. Kendi ihtiyaçlarının bile farkına varmasını engellediği için de Tibet'e...

"Hayırdır sabahın köründe?" diyerek gözünü kırptı esmer olan.

"Seni sabahın köründe çalıştıran neyse beni gönderen de o." Omzunu silkti Eren gülerek.

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now