17. Gölgenin Oyunları

484 45 129
                                    

Radiohead- No Surprises

"Bu öğrenme ateşi ve durmadan bir şeyler mırıldanışım beni adeta ahmaklaştıran bir delilik şeklini aldı."

Suyunu kenardaki çeşmeden doldurduğunda havanın neden bu kadar sıcak olduğu sorguluyordu çocuk. Her yerini kapatmaya çalışmasına rağmen esmerleşen ellerine baktı bir süre. Kafasını çeşmenin altına sokup ıslattığında biraz olsun kendine gelmeyi başarmıştı en azından.

Gözlerini hafif rüzgarın hışırdattığı yapraklara çevirdi, sonra dalların aralarından sızan güneşe. Kendisi bilmiyordu ama bu zamanlarda gözlerindeki yeşillik en derin ormanlardan daha güzel oluyordu. Menaf, bakmasını bilen için birçok güzelliğe sahipti fakat kendisi bile göremiyorken bunu, başkasının görmesini nasıl beklerdik?

Evin arkasından gülüşme seslerini duyduğunda, Gebroların burada olduğunu anlamıştı. Biraz ara verdiği için yanlarına gitmekte bir sakınca görmedi. Sabahtan beri çalışıyordu, otursa sıkıntı olmazdı.

Yavaş adımlarla evin arkasına geçtiğinde, ilk geldiği gün gibi duvara yaslandı ilkin. İnsanları uzaktan, haberleri yokken izlemenin verdiği zevki çok iyi bilirdi Menaf. Küçüklüğünden beri bir şekilde hayat onu hep izleyici konumunda bırakmıştı. O da ona verilen görevi layıkıyla yerine getirmişti. İtiraz etmemiş, kendinden öteye itmeye çalışmamış, hemen kabullenmişti izleyiciliği.

Duru yavaş kulaçlarla havuzu turlarken, gözlerini güneşten korumak için sıkı sıkı kapatmıştı. Gebro ve Hülya köşede tavla oynuyorlardı. Hülya, Gebro'ya yaklaşarak bir şey dediğinde ikisi de kahkaha atmıştı. Bu Menaf'ın da istemsizce gülmesine sebep oldu. Aslında insanlar sadece birbirine olan tavırlarından haz etmezdi. O insanları başka insanlarla gördüğümüzde, onların da sadece insan olduklarını anlamak daha kolaydı. Menaf bunu sadece hissediyordu. Gebro'nun kendine olan davranışlarından hoşlanmasa da, Gebro öyle kötü biri değildi.

Elbette bunu kabullenmek öyle kolay olamazdı. İnsanların biz hariç birine iyi olabileceklerini düşünmek zordu. Fakat bazen sadece aynı frekansta olmadığımızı ve aslında birbirimizi anlayamadığımızı kabul etmek ve yola devam etmek gerekirdi.

Menaf tam da bu sebeplerden Gebro'nun, Hülya'ya bakarken gözlerinin içinin gülmesine gülebiliyordu. Onun göz bebeklerini tiretense krallığının başındaydı. Yine şezlongdaydı. Güzel bacaklarını boylu boyunca uzatmış, güneşin vurmasıyla ısınıyordu.

Eli alnını ovalıyordu. Muhtemelen başı ağrıyor, diye düşündü Menaf. Kim bilir nerede uyumuştu dün. Birkaç gündür denk gelemiyorlardı, çiftliğin işi ağırlaşmıştı. Bu sebepten Menaf da işi biter bitmez bayılıyordu resmen.

Bir süre daha uzaktan uzaktan izledi hepsinin mimiklerini. Az kişi olsalar da kendi aralarında eğleniyorlardı. Ayrıca Menaf'ın en zevk aldığı şey ise, birbirlerinin yanındaki rahatlıklarıydı.

Kendisi hep kasıntı hissediyordu. Bir tek Tibet'leyken olmuyordu bu his. Aslında Tibet yargılayıcı da bir insandı fakat Menaf yanında bir şekilde rahat hissediyordu. Yanlış düşünse dahi, bunu düzelteceğini bildiği içindi belki de. Bu da Tibet'e daha çok hayran olmasını sağlıyordu. Bencilce hislerle bir bağlılık geliştiriyordu.

Fakat zaten Tibet'ten hoşlanmasının en büyük sebebi de buydu. O kadar fedakardı ki, bencilliğini keşfettirene tutulmuştu. Şaşırılacak bir şey değildi. Tibet sayesinde kendini tanıyordu.

İzlemeyi ve kendini sorgulamayı bitirince, Tibet'in uzandığı yere ilerledi. Onu ilk fark eden Duru olmuştu. Havuzdan el sallayınca, Menaf da ona el sallamıştı.

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now