29. Bilinen En Zehirli Ok

424 43 67
                                    

The Marias- Carino

"Kıskançlık ateşinin ortasında kalan, sonunda kendine yöneltir zehirli iğnesini, tıpkı bir akrep gibi."

Menaf gözlerini kırpıştırdığında, olduğu yeri tanımaya çalıştı. Yavaş yavaş gecenin anıları zihnine dolmaya başlamıştı. Bir anda gelen anıların heyecanıyla nefesi tekledi.

Kafasını yanına çevirdiğinde Tibet'in yanında uzandığını fark etmişti. Yaz güneşi üstlerine doğmuş, uzandıkları şezlongları sımsıcak yapmıştı. Menaf boynundan kayan teri hissediyordu, boğazı kupkuruydu.

Gece içtiği onca şeye rağmen her şeyi hatırlıyordu. İzlediği ve okuduğu onca şeyin tersine, alkol onda beklediği etkiyi yaratmamıştı. Her şeyi unutacağını, kendiyle ilgili her şeyi çözeceğini sanmıştı.

Şimdi yanında derin nefeslerle uyuyan, sarı saçları dağılmış çocuğa baktığında, bir şeyleri çözemediğini daha iyi anlamıştı.

Dünyada yazılan, çizilen her şeye inanmamak gerekirdi. Bazen anlatımın daha etkili olması adına, beyaz yalanlar söylerlerdi diğerleri. İnsanlara yaşamlarının öyle olduğunda düzeleceğini, daha farklı olacağını anlatarak umut satarlardı. Belki de bu yalanlara kendileri de inanmak istiyorlardı.

Menaf'ın kafası karışmıştı. Kime inanacağı ile ilgili zaten şüphe duyan bir çocuktu. Hayat hiçbir zaman eskisinden daha kolay hale gelmiyordu. Kabullenmek gereken şey tam da buradaydı.

Geleceğe yüklediğimiz beklentileri, gerçekleştirmek gibi bir kaygı dünyaya ait değildi. O sadece yapması gerekeni yapıyor ve dönüyordu. İnsan da kendi görevini keşfetmeli ve yapması gerekeni yapmalıydı yalnızca.

Menaf uyanır uyanmaz kafasına dolan düşüncelerle, başının döndüğünü hissetse de bir an dudakları kıvrıldı. Bu dünyadaki görevi Tibet'i öpmek, Tibet'i sevmek olabilir miydi?

Çünkü o her şeyden habersiz uyurken, Menaf ona doğru akmak isteyen sular seller gibi olan sevgiyi iki avucuyla bastırmak zorunda kalıyordu. İki avucu ne denli başarılı olabilirdi ki bu zor görevde?

Bedenini hafifçe kaldırıp, rüzgarın havuzun suyunu yavaş yavaş yuvarlayışına baktı. Gözleri, sudan seken güneş ışıklarıyla kamaşıyordu. Menaf, biraz başka bir insan gibi hissediyordu. Ben bu değilimle, benim aslım bu mu soruları vardı kafasında.

Soruları bir kenara itti. İnsan ilkel yanıyla tanışınca, ona uyması daha kolay oluyordu. Zevk dediğimiz şeyin, irade üzerinde böyle bir etkisi vardı. Fakat zaten daha o yaşta, bunca iradeye gerek var mıydı?

Uyuyan çocuğun üstüne eğilip, saçlarını yavaşça geri ittirdi. Dokunulduğunu fark etse de, uyanmayan beden biraz kıpırdanmıştı.

Çocuğun yüzüne vuran güneş, yanaklarını kızartmıştı. Dün kendisini öpen dudakları düz bir şekilde, fakat etkileyiciliğini gram kaybetmeden duruyordu.

"Nasıl bir şeysin sen?" Kendi düşüncelerine engel olamadan, fısıltısı gerçek olmuştu.

Elleri uzak duramıyor, dün gece kazandığı yakınlığın daha fazlasını arıyordu. İşaret parmağıyla çocuğun boynuna bir çizgi çekti. Gözlerini ondan çekmek o kadar zordu ki, kalbi hızlanmıştı Menaf'ın.

Tibet insanlar üzerinde böyle bir etkisi olduğunun farkında mıydı acaba?

Daha fazla kendini tutamadan, çocuğun dudaklarına eğilip, hafif bir öpücük bıraktı. Geri çekilip, ne yaptığına baktı, dayanamayıp daha sert bir öpücük bıraktığında, sonunda bir bebekle oynarmış gibi oynayan Menaf sayesinde, Tibet'in gözleri titreşerek açılmıştı.

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now