34. Uykularım Perişan

352 55 123
                                    

Nazan Öncel- Anlamaya Çalış

"Keşke ben de ağlayabilseydim, her şeyi gözyaşlarımla söyleyebilseydim, anlaşılmak için konuşmak zorunda olmasaydım."

Menaf bazen dünyada bir türü dikiş tutturamadığını düşünüyordu. Hayatta sürekli yanlış yolda yürümek diye bir şey varsa, o itinayla buluyor ve o yolda yürümek için ısrar ediyor gibi hissediyordu.

Dünyadaki hiçbir şey tek bir insanın başına gelmiyor olsa da, bizi üzen şeyler başımıza sık geldiğinde bu objektif bakış açısını kaybetmek daha kolay oluyordu.

"Hiçbir şey yemedin yine be oğlum, ne yapacağız seninle?" Özer abisinin sitemli sesine omzunu silkti sadece.

"Canım istemedi abi. Sağ olasın düşündüğün için." Menaf fark etmiyordu fakat, kendini genelde açlıkla cezalandırıyordu.

Kendini kötü hissettiğinde ya da kötü bir şey yaptığına inandığında, yemek yemeyi hak etmediğine dair bir inanca sahip oluyordu. Kendi iradesiyle reddedebileceği en temel ihtiyacı buydu.

"Öyle de... Sen aç kalınca benim içim rahat etmiyor bak. Büyüme çağındasın bak oğlum, boyun uzamaz haa."

Özer çocuğun bir derdinin olduğunu anlamıştı elbette. Suratı sirke satıyor, dalgın dalgın iş yapıyordu. Ne olduğunu sorsa söylemezdi, onu da biliyordu. Çocuk hep tek başına takılıyor, zaman zaman Umur Bey'in oğluyla gezse de, yalnız olduğu anlaşılıyordu.

Birine dert anlatacak bir çocuk hiç değildi. Ne yaşıyorsa içinde yaşıyordu. Onun yaşında, buralarda böyle amelelik yapan çocukların boynu hep bir bükük oluyordu.

İnsan zaten yalnızdı dünyada, bir de kalabalıkta tek olma hissini tadınca, bunun gerçekliği iyice sirayet ediyordu gencecik yüzlere.

Bir 'of' çekti Menaf, Özer'in düşüncelerini doğrular gibi. Dışarıdan bakan derdi, dünyanın gamı derdi bu çocukta.

Menaf, yanıt vermeyince işinin başına dönen Özer'in arkasından baktı. Zayıf adamın sırtı dikti, kendisinin aksine. Sevgilisi tarafından çok seviliyordu mesela. Menaf birçok şeye aç bir çocuk olabilirdi fakat ilk kez bir şeyi bu kadar görgüsüzce istiyordu. Tibet'in sevgisini.

İnsanların kategorilere ayrıldığını, çok küçükken anlamıştı. İlk başı, zengin ve fakir çekiyordu elbette. Zaten bu karşılaştırmanın en altlarından birinde doğmuştu.

Bu zamana kadar, birçok alt grubun, kötü tarafında yer aldığının farkındaydı ve kabullenmişti bu durumu.

Fakat hepsinde de yer almayı planlamamıştı. Eşcinsellik ya da Tibet'in araştır dedikten sonra baktığı şeylerde dedikleri gibi, biseksüellik? Dili bile dönmezdi.

Hayatın her alanındaki azınlık olmayı başarmıştı işte. Dışlananların her yerindeydi. Üstüne üstlük, tam her şeyden vazgeçebilecek kıvamdayken, bir de red yemişti.

Başına gelenlerin pişmiş tavuğun başına gelmediğinden emindi. Sevilmek istiyor, içindeki tüm sevgiyi de Tibet'e vermek istiyordu. Her nedense, bu sevgiyi kabul edecek ve doğru kullanacak kişinin o olduğuna çok inanmıştı.

İnsanlar ilk inançlarından kolay vazgeçemiyordu. Yanılmış olmanın getirdiği zihinsel yük, insanı inanmaya devam etmekten çok daha fazla yorardı.

Yerinden kalkıp, kenarda başka bir işçiyle konuşan Şeref'in yanına ilerledi. "Abi ben işimi bitirdim de, biraz dinlensem olur mu? Hasta gibiyim de."

Şeref çocuğu baştan aşağı bir kere süzüp, kaşlarını çattı. "Bitti mi her şey? Taşıdın mı tüm kasalarını?"

Menaf derince bir nefes aldı, "Taşıdım abi."

İflah Olmaz TutkularWhere stories live. Discover now