6. Duyguların Cehennemi

520 64 121
                                    

Palmiyeler-Gel Yanıma

"Her insan yaşamında hiç değilse bir kez, daha önce hiç rastlamadığı, başkalarına benzemeyen, onda daha önce hiç tatmadığı bambaşka duygular uyandıran biriyle karşılaşmıştır."

Duygular dünya üzerinde anlaşılması en zor şeylerdendi. Göstersen olmazdı, göstermesen olmazdı. Yoruma açık, anlaşılmamaya müsaitti.

İnsanlar sadece bakardı. Bakardı ve ne anladıysa o olurduk artık. Gerçekle hiçbir alakası olmayabilirdi, bizim gösterdiğimiz kadarıydı her şey.

Gösterdiklerimize de karşı tarafın inanması gerekiyordu yahut da inandırmak için çırpınmamız...

Tibet de dünyada duygularını gösterdiğinde aldığı karşılıktan pek hoşnut olmayan bir çocuktu. Bu sebepten pekiştirmesi, duygularını göstermemeden yana olmuştu. Aslında kendisi bile o duyguları yaşadığından pek emin olamıyordu artık. O kadar uzun süredir dokunmamıştı ki onlara, varlığından bir haberdi.

Sabahtan akşama kadar çalışırken o kadar ısınmıştı ki bir türlü soğuyamamıştı. Gerçekten bu kadar zor olabilir miydi çalışmak? İnsanlara dert anlatmak?

Uzun zamandır kendini açıklamıyordu ki Tibet. Herkesten ve her şeyden sıyrılmıştı kendince. Geceleri kaçardı, gündüzleri kaçardı... Tibet mütemadiyen kaçardı aslında. Kendinden mi yoksa diğer insanlardan mı, diye sorsanız, henüz bunu kendinin de bilmediğini anlardınız.

Soruları sormak en kolayıydı ama cevapları bulmak zor olanıydı. Ondan daha zoru, cevapları inandırıcı kılmaktı.

"Neden ben de geliyorum?"

Tibet ellerini Menaf'ın iki yanından gidona sarmışken, orman yolundaki sessizliğe karıştı Menaf'ın sesi. Birlikte Erenlerin yanına gidiyorlardı. Menaf olduğu durumu sorguluyordu doğal olarak. Onlar diye ötekileştirdiği çocukların arasında ne işi vardı? Ayrıca buram buram gelen akşamsefası kokusu onu zorluyordu.

"Canın sıkılmıyor mu?" diye karşılık vermişti bu sırada Tibet. Bisikleti yoldan çıkarıp, ormana sokmuştu aynı zamanda.

"Bazen." Kendini açmak istemiyordu. Sanki sıkılıyorum dese, çok güçsüz görünecekti. Sonuçta yetişkinler işlerini yaparken pek sıkılıyor gibi görünmüyorlardı. Aksine hep aceleleri vardı. Hep hayati önem taşıyan şeylere yetişiyor gibilerdi. Büyük bir ciddiyetle önlerine bakıyor ve yapmaları gerekeni yapıyorlardı.

Menaf da öyle olmak istiyordu. Yapması gerekeni yapmak istiyordu. Şikayet ettiği her durum onu aşağı çekerdi. Şikayet etmek, olduğu durumdan memnun olmamak demekti. Menaf olduğu durumdan memnun olmak zorunda hissediyordu.

"Tamam işte. 'Bazen' canın sıkılmasın diye götürüyorum seni de. Biraz minnettar olsan fena olmazdı, seni düşünüyorum ya hani." Çocuk iyice üstün eğilip gece karanlığında yolu görmeye çalıştı.

Bileği incinmiş olan birini tekrar düşürüp iyice kötü hale getirmek istemezdi. Olayı üstlenince ceza da ona kalmıştı.

Menaf'sa çocuğa sinir olmakla meşguldü. Kendisi bile teklif etmemişti ki minnettar olsundu. İnsanlar hep böyleydi işte. Onun talep bile etmediği şeyleri yapar sonra da onlara kul köle olmasını beklerlerdi. Oysa çok bir şey istemiyordu Menaf. Beklentilerini olabildiğince düşük tutuyor, insanlardan uzak duruyordu. İnsanlar nasıl da buluyordu onu eliyle koymuş gibi?

"Orada da böyle sessiz olmazsın değil mi?" Tibet'in umursamaz sesi böyle şeyler söylediğinde karşısındaki insanı daha çok rahatsız ediyordu. Yüzündeki o kimseyi beğenmeyen ifadeyle birleşince, söylediği tüm samimi şeyler önemini kaybediyordu.

İflah Olmaz TutkularHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin