ZAMAN KÖPRÜSÜ - 11

854 74 5
                                    

Durmak, zamanın ortasında ya da bir köprüde

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Durmak, zamanın ortasında ya da bir köprüde. Taze ayak izleri aramak ya da tanıdık kokular. Aradan günler geçmemiş gibi, o araba oradaymış da babalar binmemiş gibi beklemek. Bodur çalıların arasından elinde valiziyle çıkıp geleceğine inanmak. Vedaları seyretmiş, elleri göğe değmiş ağaçları yalanlamak. Nihayet kalp bulutlanana kadar dayanmak. Gözlere söz geçirememek. Başka coğrafyanın yağmurlarını hissetmek teninde. Yaşından erken telaşlara kapılmak kervan geçmeyen illerde...

Kimseye haber vermeden, sırf bir rüya gerçek olur diye koştura koştura köprüye varmıştı Azize. Babası bıraktığı yerdeydi uykusunda, ya gitmişti ya dönmüştü. Orası biraz karışıktı. Ama kucaklaştıklarında başka alemde, günlerin bağlarını koparıp atmıştı yüreğinden. Dayanmak öyle kolay değildi yazılıp çizildiği kadar. Birden acıyan gözlere, sorgulayan kalbe, üşüyen ellere beklediğinden başkası deva olmuyordu. Köprünün kenarında, dirseklerini dizlerine dayamış halde oturuyordu. Ne gelen vardı ne giden. Fakat öyle bir inançla koşmuştu ki köprüye, zaman kavramının rüyalarda işlemediği dünyaların birinde olmadığını fark etmesi epey zamanını alacağa benziyordu.

Bir ara köye yanaşan bir araba gördü. Hevesle ayağa kalktı, araç yolunu değiştirip gözden kaybolana kadar bekledi. Çenesi titredi, gözleri doldu. Terk edilmiş, hiç sevilmemiş hissetti. Babasına yazamayacağı en acı hisler kalbini ezdi. Evden kovulmuş kedi yavrularının mahzunluğuyla yürüyüp biraz, ilerideki küçük çalılığın dibine oturdu. Hep gülecek değildi ya, tadını almadığı yemekleri doyana kadar yiyecek değildi. Tahammül etmek dedikleri, ne de zordu.

"Azize!" Arkasından gelen yumuşak sesi duyunca, üşümüş ellerini yanaklarına hoyratça bastırıp yüzünü kuruladı. "Azize, sensin değil mi?" Sesin sahibi iyice yaklaştı, omzuna dokundu. Azize dönüp kendisini endişeyle seyreden kıza baktı. "Çok şükür buradasın. Nenene haber vermemişsin, korktu kadın." Çocuk çevik bir hamleyle geriye çekilip omzundaki elden kurtuldu ve ayaklandı. Olabildiğince sert bakıyordu Zeynep'e. Babasıyla arasına mesafe sokan kızla, babasının gittiği köprüde baş başalardı.

"Dokunma!" diye bağırdı. Zeynep beklemediği bu tepki karşısında şaşırıp duraksadı. Ne diyeceğini bilemedi. "Mutlu musun? Senin yüzünden gitti babam!" Azize doya doya ağlayamıyordu ama öfke hakkında bir yasak duymamıştı babasının ağzından. O da bağırıp çağırarak içini dökmeyi deneyimliyordu şimdi. Soğuktan yanakları kızarmış, kara gözleri küçük çocuğun ithamı karşısında dolmuş Zeynep ablası pek de kibar olmayan yollarla içini dökeceği kişiydi. "Keşke buraya hiç gelmeseydik! Keşke evlenmeseydiniz! Senin yüzünden beni burada bırakıp gitti. Evimiz uzakta kaldı..." Dayanamadı, tutamadı kendini hıçkırarak ağlamaya başladı. "Ben uzakta kaldım" dedi boğuk bir sesle.

Zeynep bu gidişe sebep olduğunu bilmiyordu. O henüz izleri geçmeye başlayan yaralarıyla, en az Azize kadar habersizdi haklarında yapılan planlardan. Küçük kızın iki eliyle yüzünü kapatışı ve saklanmak ister gibi başını öne eğişi karşısında çaresiz hissetti kendini. Özlemini ve sevgisini haykırabilen şu küçük kalbe imrendi. Kızamadı Mehmet'in geride bıraktığı birine. Öyle ya, yılın bu vakitleri hep don vururdu çiçeklere. Yutkunup kıza yaklaştı. Çekinerek yeniden uzattı ellerini. Azize inat etti yine. Kıvırcık saçlarına hayran olduğu Zeynep'in, yüzünü görmesini istemedi. Ama Zeynep, Mehmet'in emanetinden uzaklaşmadı. Onun müsaadesi olmadan küçük bedenine sarıldı.

AzizeWhere stories live. Discover now