ZAMANIN HİKÂYESİ - 37

633 67 22
                                    

Kalemler var oldukça, her uygun zemin sayfa olarak kullanılır

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Kalemler var oldukça, her uygun zemin sayfa olarak kullanılır. Sayfalar kelimelere açtır. Hikâyeler bitmekle başlamak arasındadır. Azize on kişilik ufak servisinden indiğinde omzuna yük olan çantasının saplarını düzeltti. Yorgun adımlarla köprünün başına doğru ilerledi. Bodur çalıların yanında duran birini gördü. Dimdik, genç ve dinç sayılacak bir adamdı. Uzun boyluydu. Ayağının dibinde ufacık bir bavul vardı. Kolundaki saate bakıyor, sabırsızca etrafı inceliyordu. Bu genç adamı daha önce görmemişti Azize. Buralı olduğunu zannetmiyordu. Biraz daha yaklaştı yanına.

Traşlı, temiz bir yüzü vardı. Daima sıkılıyormuş gibi duran çene kemikleri güçlü ve belirgindi. Saçları ne uzun ne kısaydı. Arkaya doğru taranmış, esmer alnına dağılmamışlardı. Krem rengi bir kaban giyiyordu. Ayakkabıları tertemiz, pantolonu hiç kullanılmamış gibi ütülü ve dümdüzdü. Sırtında en ufak bir kambur emaresi dahi yoktu. Onu gören bu köyden biri olmadığını hemen anlardı. Resmi görevi üzerinde çalışan bir bakana benziyordu.

"Merhaba" dedi Azize, biraz çekingen. Artık bu otuzlu yaşlarında gezinen adamın yanına gelmiş ve yüzüne bakma gafletinde bulunmuştu. Göz göze geldiklerinde yabancının gözlerindeki beklentiyi gördü. Bir şey söylemeden önünden geçmek uygunsuz kaçardı. Hem belki bu saatine bakan sabırsız ve ciddi adama bir yardımı dokunurdu.

"Merhaba..." İnce kaşlarını, kızı incelemek için çattı adam. Ela gözleri bu simada tanıdık birkaç ize rastlamış olacaktı ki sorusunu sormaktan çekinmedi. "Ben birini arıyorum. Doğru hatırlıyorsam bu köyde yaşıyor. İsmi Çiçek... Çiçek Seymen. Tanıyor musun? Evi nerede biliyor musun? Yardımcı olursan çok sevinirim." Türkçeyi düzgün ve akıcı konuşan yabancı, okullu kızın ilgisini çekti fazlasıyla. Sorduğu sorunun cevabını da verebilirdi.

"Çiçek, Çiçek benim halam" dedi Azize şaşkınlıkla adamı süzerken. Sırtındaki çantanın ağırlığını da yorgunluğunu da unutmuştu. "Ama soyadı Seymen değil ki. Yoksa... Siz diğer yüzüğün sahibi misiniz? O asker siz misiniz?"

"Adım Erdem. Yalnızca asker diye mi bahsedildi benden? Öyleyse evet, o asker benim." Erdem ufak bir tebessümle elini uzattı Azize'ye. Üşümüştü, kızın sıcak elini hızlıca sıkıp etrafa bakındı. "Götürecek misin beni Çiçek'in yanına?" Azize anlayamadı ama sesinde özlem vardı.

"Tabi, eve gidiyorum zaten. Benimle gelin. Bu arada ismim Azize."

"Hm Azize. Evet, hatırlıyorum halanın senden bahsettiğini." Azize gülümseyip yürümeye başladı. O da halasını, Lisette'ye anlatmıştı. Demek insan birini sevince, tanıdıklarına onu anlatmaktan mutluluk duyuyordu. "Küçük bir kız olarak canlandırıyordum seni zihnimde. Karşımda genç bir hanım buldum. Sen demem sorun oluyor mu? Belki siz diye hitap etmem daha uygun olurdu. Normalde böyle kabalık etmem. Fakat çok yorgunum, uzun bir yoldan geldim. Belki beni mazur görürsün."

"Sorun değil. Yol yorgunluğunu bilirim. Kabalık olduğunu düşünmek yerine anlayışla karşılayabilirim. Ben nasıl hitap edeyim size? Abi desem olur mu? Amca diyebilmem için saçınıza ak düşmüş olması gerekirdi. Amca olamayacak kadar gençsiniz." Erdem sağlam adımlarla yürürken Azize'nin söylediğine güldü. Güzel ses tonlamasıyla, akıcı konuşmasıyla Çiçek'in anlattığı gibi zeki bir muhatapla karşı karşıya olduğunu fark etti. "Köprünün başında karşılaşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Halam sizden çok kısa bahsetti. Yalnızca asker olduğunuzu biliyordum. Ve sizi hiç göremeyeceğimi zannediyordum. Köye geldiğinize göre, tanışabiliriz. Açıkçası sizi merak ediyordum."

AzizeWhere stories live. Discover now