💞 Bölüm 3💞

7 2 0
                                    

                                               Beste

    

“Beste! Ne yapıyorsun?” diye sordu Arda. Üstünde beyaz bir kaşe mont ve siyah bir kot vardı. Ellerini ceplerine sokmuş bana bakıyordu. “Senin okulda olman gerekmiyor muydu?” kafamı tekrar denize çevirdim. Ona babamın bana söylediklerini ve bu yüzden okulda herkesin gözünün önünde rencide olduğumu asla söyleyemezdim. Birkaç adım atıp bana yaklaştı. Ayağını kaldırıp banka koydu. Kollarını dizinin üstüne yaslayıp bana doğru eğildi. “İyi misin?”

 

“Evet. Harikayım.” Omuz silktim. “Bak şuanda bir abi öğüdüne ya da azarına ihtiyacım yok. Ya burada yokmuşsun gibi davran ya da sohbet edelim. Fark etmez. Ama lütfen bana öğüt vermeye kalkışma.”

 

O güzel parlayan mavi gözlerini kıstı. “Birincisi ben senin abin değilim ve sana öğüt vermek gibi bir niyetim yoktu. İkincisi seni neden azarlayayım? Üçüncüsü burada yokmuşum gibi davranacağıma çeker giderim. Dördüncüsü sen süper bir yalancısın.”

 

Ona baktım ve kahkaha attım. “Vay canına!” dedim kahkahalarımı kesmeye çalışarak. “Yasin ve abimin canavara dönüşmesine o kadar çok alışmışım ki senin onlardan farklı olduğunu unutmuşum. Üzgünüm.”

 

Omuz silkti ve bakışlarını denizin dalgalarına çevirdi. “Her zaman konuşarak anlaşanlardan olmuşumdur.”

 

Birden banktan kalktım ve okul çantamı tek omzuma astım. “Benimle bir kutlama yapmak ister misin?”

 

“Ne kutlaması?” diye sordu.

“Bugün fizik dersinden doksan dokuz aldım.” Dediğimde Arda kahkaha attı.

 

“Doksan dokuz mu?”

 

Kafamı salladım. “İsmimi yazmayı unuttuğum için öğretmen bir puan kırdığını söyledi.” Kahkahası daha da büyüdü. “Benim kâğıdımı beş rakamından anlamış. Düşünebiliyor musun?”

 

“Beşten mi?”

 

“Aslında sınıfta bütün herkes ismini yazdığı için benim olduğum ortaya çıkmış ama bundan öncesinde beni beşlerimden tanımış. Puan kırmasının nedeni ise yüzlük bir sınav kâğıdımı böyle basit bir unutkanlıkla heba etmemmiş.” Omuz silktim.

 

“Peki.” Derken i harfini uzattı. “Kutlamayı nerede yapıyoruz?”

 

Güldüm ve kolundan tutup onu çekiştirdim. “Geçenlerde bir yer keşfettim. Ama bunu kimseye söylemek istemiyordum. Sanırım sana söyleyebilirim.” Birlikte merdivenden inip dalganın taşlara çarpıp etrafa su sıçrattığı yere gittik. Orada kocaman mağara girişine benzeyen bir oyuk, altında da kocaman bir kaya vardı. Kayaların üstünden dikkatlice yürürken oraya gelip birlikte oturduk. Güneş batmak üzereydi ve çantamı bacaklarımın arasına yerleştirip fermuarını açtım. Arda, üniversite öğrencisiydi ve bende şuanda lise ikiye gidiyordum. Ne harika değil mi? Çantamın içinden ıslak keki çıkarıp ona uzattım. O keki alırken bende fotoğraf makinemi çıkardım. “Bu manzaraya bayılacaksın ve bulduğum yeri kendine tapulamak isteyeceksin. Bana inan.”

 

Kekin ambalajını açıp keki ısırırken omuz silkti. “Bu bana fazlasıyla romantik kız duyguları gibi geldi. Deniz, dalgalar ve batan güneş.”

 

Sırıtarak batan güneşin resmini ve dalgalarında göründüğü fotoğrafını çektim. “Seni mumlarla süslenmiş ve gül yapraklarıyla dekore edilmiş bir odaya getirmedim.” Dediğimde ağzındaki keki ısırmayı bıraktı ve bana şaşkınlıkla bakakaldı. “Seni batan güneşin görüntüsünü göstermeye getirdim.” Sonra ağzının dibinde tuttuğu keki alıp kendi ağzıma attım. Eline profesyonel fotoğraf makinemi koydum. “Hadi bir görüntü yakala. O zaman bunun romantik bir şey değil huzur veren bir şey olduğunu anlayacaksın.”

 

Hiç düşünmeden gözünün tekini kapatıp karşı tarafta dalgaların köpükler halinde kayalara çarparak oluşturduğu görüntüsünü çekti. Sonra makineyi indirip bana sırıtarak baktı. “Bence kesinlikle fotoğrafçı olmalısın.” Sırıtarak çantamdan bir kek daha çıkardım ve ikiye bölüp yarısını ona verdim.

 

“Okulda fotoğraf sergisi düzenleniyor ama…” yüzüm asıldı ve elimdeki kekin diğer yarısını da ona uzattım. Alırken gözlerime baktı.

 

“Ama?”

 

“Babam katıldığımı öğrenince ismimi sildirmek için resim öğretmenimizle konuşmuş. Sanırım ne istediğim hiçbir zaman onun umurunda olmadı.”

 

“Bu doğru değil.” dedi ağzındaki son lokmasını yutarken. Ona çantamdan su çıkarıp uzattım. Gülerek kapağını açtı ve içti. “Çantandan başka ne çıkaracaksın sormaya korkuyorum doğrusu.”

 

Kahkaha attım. “Bir edebiyat kitabı, bir defter, kalemlik, geometri kitabı, İngilizce kitabı, kimya veee…” eğilerek içine baktım. “Şey sanırım bu kadar.” kahkaha attı. Onun her kahkaha atışı beynime öyle bir kazınıyordu ki ne yaparsam yapayım kulaklarımdan gitmiyordu.

 

“Okuldan bu yüzden mi kaçtın?”

 

“Son dersimiz boştu.” Dedim omuz silkerek. “Bende şoförü ekip buraya geldim. Güneş batımını izlemek için.”

 

“Hadi. Seni eve ben bırakayım. Bu çoraplarla burada donarsın.” Kafamı salladım ve makineyi çantama tıkıp omzuma astım. Oda ayağa kalkıp elimden tuttu ve birlikte düşmemeye özen göstererek kayalardan betona geçtik. Elimi bırakıp ceplerine soktu. Sonra birden yok oldu. Şimşek çaktı ve yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Koşmaya başladım. Birden oraya çıktım. Arda’nın doğum gününü kutladığımız yere. Kapıda süper bir spor araba vardı. Yavaşça kapıya yaklaştım ve içeriye girdim. Koltukta Arda’nın kucağında oturuyordum ve… öpüşüyorduk! Ama Arda bana dokunmuyordu. Yanlarına yaklaştım. Arda beni –yani kucağındaki beni- öpmeyi bırakıp bakışlarını bana çevirdi.

 

“Arda?” diye seslendim.

 

“Evimize hoş geldin.” Dedi gülümseyerek. Evimize mi? sonra birden ikisi de kayboldu ve arkamda bir ayak sesi duydum. Döndüğümde Arda kapının üstündeki anahtarı alıp bana attı ve anında havada tuttum. Elimdeki anahtara baktım. Birden etrafımdaki her şey silinmeye başladı. Bu karanlık hortum yine yakalıyordu beni. ARDA! ARDA! Ama sesimi duymamıştı. O karanlık hortum beni yine acımasızca içine hapsetti.

Bize Güven! (Büyük Sırlar Serisi II)Where stories live. Discover now