◆Giriş Bölümü◆

24.3K 631 130
                                    



Pencereye yaklaşıp rüzgarın huzur veren uğultusunu dinlemeye başladım. Gözlerim aşağıda koşuşturan, adeta bir karınca sürüsünü andıran insanlara takıldı kısa bir süre. Aceleci, telaşlı, mutsuz, mutlu birçok insan. Binbir yüz vardı aşağıda. Tam bir sene. Bir sene önce bugün hayatımın tamamen değiştiği o günde ben de onlardan biriydim. Onlardan farklı olarak sadece biraz daha meraklı bir aptaldım. Acının en koyu, en azaplı halini yaşamıştım belki ama asla değişmesini istemediğim günlerden birini yaşamıştım. Geri dönme şansım olsa yine resitalden kaçar, o otobüse biner ve onu takip ederdim. Yine aynı hataları yapardım belki de. Bir de...Bir de hiç büyümezdim.
Büyümek, herkesin yapmak zorunda olduğu o korkunç hata...

Ona doğru dönmeden önce, "Çok kötü değil mi?" Diye sordum.
Boğuk ve yorgun çıkan sesiyle, "Kötü olan ne?" Diye sordu. Bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Artık onun kokusu gibi varlığını da ezberlemiştim. Onu göremesem bile, duyamasam bile hissedebiliyordum. Bir şekilde onun yakınlarımda oluşu ile dünyada durduğum o küçük nokta değişiyor, kendimi koca bir evrende buluyordum. Onun dünyasında, onun etrafında...

Gülümsedim.
Kötü olan, ben senin her nefesini ezberlemişken senin bugünü hatırlayamaman. Ya da hatırlamak istememen.

Yalanlarıma bir yalan daha eklemeyi sorun etmedim.
"Havadan bahsediyorum" dedim.
Yanımda durup benimle beraber dışarıya bakmaya başladı. O an yoğun bir hisle beraber, mavinin en koyusu gözlerine bakmak istedim ama belirsiz bir sebepten yapamadım. Belki korktum, belki de göreceğim şeyi zaten bildiğimden bakmak istemedim.

Kollarını göğsünde birleştirip, "Eminim yakın zamanda şehir beyaza bürünecektir" diye gerçekleşmesi yüksek ihtimalli bir tahminde bulununca yeniden gülümsedim.
Kendimden emin bir ifadeyle, "Bugün yağacak" dedim.
"Nereden biliyorsun?"

Çünkü bir sene önce bugün şehre ilk kar düşmüştü. Otobüsün camına yapışan kar tanelerini hatırlıyor musun? Seni takip ettiğim günü, gerçekten hatırlamıyor musun? Neden hatırlamıyorsun?

"Haberlerde duydum"
Aniden benden arşın arşın yine uzaklaştı. Geri çekildi ve buz gibi sesiyle, "Pekâlâ, elimizi çabuk tutalım ve şu pisliklerden kurtulalım öyleyse" dedi. Önce koltuğun üzerinde duran sigarasından bir dal aldı ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Hemen ardından masanın üzerinde duran kırk beş kalibrelik silahına uzandı. Bugün çok daha sakin görünse de, içindeki canavarları ne zaman açığa çıkaracağını asla kestiremiyordum. Ona dair çözümleyemediğim tek şey öfkesinin yansımasıydı. Vahşiydi, acımasızdı ve sanki herkes onun avıydı. Kime, ne zaman saldıracağını ya da öfkesini hangi boyutta kusacağını bilemiyordum. Kimse bilemiyordu.

Onun sadece öfkesini düşünmek bile beni üşütmeye yeterken, ince hırkamın uçlarından tutup kendime sardım. "Gelmeli miyim?"
Yüzüme bakmadan silahını kumaş pantolonun beline soktu ve hiçbir duygu barındırmayan sesiyle, "Karımın her zaman yanımda olması beni mutlu eder" dedi.
Bunu içten söylemediğini, sadece beni iğnelediğini biliyordum. Onu duymamazlıktan gelip, "Lavin'de orada olacak mı?" Diye sordum.
Masanın üzerindeki çakmağa uzandı ve sigarasını ateşledi. Ciğerlerini sigara dumanı ile doldurup kalanı havaya üfledikten sonra, "Evet, tabiki" dedi.
"O zaman geleceğim"

Çabucak yanından geçip odama girdim. Dolaptan Lavin ile yeni aldığım koyu kırmızı, diz altı dar kesim elbisemi giydim. Göğüs dekoltesi biraz derindi ama sorun değildi çünkü bu halimle bile aralarında fazla kapalı kalacağımı biliyordum. Sabahtan su dalgası yaptığım saçlarımı yandan bol bir örgü şekilde topladım. Olan sade makyajıma hiç dokunmadan, deri ceketimi alıp odadan çıktım ve hızlıca alt kata indim. Yavaşça odasının kapısını açıp, içeriye baktım. Pervin ona masal okuyordu. Beni görünce her şeyin yolunda olduğunu işaret etti. Meleğimi görmek istesem de rahatsız etmek istemediğim için başımı sallayıp geri çekildim.

Merdivenleri yeniden çıktım ve onu kapının hemen yanında saatine bakarken buldum. Sabırsız görünmesine rağmen bir şey söylemedi. Kapıyı açtı ve çıkmam için açık tuttu. Bir yandan telefonu kulağında aradığı kişiden cevap bekliyordu.
Asansöre doğru yürürken, konuşmalarına kulak misafiri oldum.
Burnundan soluyarak,"Burak bugün bir daha dışarı çıkmayacak, anladın mı beni? Eğer bu gece burnunu pencereden bile dışarı çıkarırsa, seni gebertirim" diye tehdit etti birini.

Asansörün gelmesi için düğmeye bastım. Kırmızı rakamlar yükselirken ona bakıp, "Bir sorun mu var?" Diye sordum.
Telefonu cebine soktu. Yüzüme bile bakmadan, "Hayır, artık yok" dedi.
Başımı salladım. Doğru düzgün bir açıklama zaten beklemiyordum. Asansörün kapısı açıldığında hızlıca kabine girdim. Benim peşimden o da zemin katın düğmesine basarak içeriye girdi. Kapı kapanmadan hemen önce, "Melek nasıldı bugün?" Diye sordu.
"Aynı" dedim.
Artık bu kelime canımı çok fazla yakıyordu. Aynı olmasını istemiyordum. İyileşmesini istiyordum. Güldüğünde, mutlu olduğunda nasıl göründüğünü görmek istiyordum. Bana sarılmasını, ona anlattığım saçma sapan masallara kızmasını istiyordum. Hatta ablası ile kavuşmasını istiyordum.
"Onu Amerika'ya göndermeye karar verdim. Tedavisine orada devam edilmesini istiyorum" dedi aniden.

Dehşete kapılarak ona baktım. O ise asansörün kapısı açılır açılmaz dışarıya çıktı. Topuklu ayakkabılarımın izin verdiği kadar hızlı bir şekilde arkasından yürürken, "Bu düşüncenin ona zarar verebileceğini söylemiştim. Henüz bize bile alışamadı" diye karşı çıktım. Beni dinlemeye tenezzül etmiyordu bile. Kendi kafasının dikine gitmeye bayıldığını biliyordum ama bu defa olmazdı. Melek konusunda olmazdı.

Olduğum yerde durup bir anlık cesaretle, "Buna asla izin vermeyeceğim" Diye bağırdım arkasından.
Durdu. Asır gibi gelen bir sürenin sonunda ağır hareketlerle bana doğru döndü. Canımı yakacağını bile bile, "Hangi sıfatla sen benim kararlarımı sorgulayabiliyorsun? Sanırım sana fazla müsama gösterdiğim için bu tarz davranışları sergileme cesaretinde bulunabiliyorsun" dedi. Ağzından çıkan her bir harf tıpkı bir ok gibi önce kalbime, sonra aklımın bir köşesine saplandı. Mavilerinde boğulmaya bile razı olduğum adam, beni yine kanattı.

Kısa bir süre duraksamasının ardından, beni un ufak edişini umursamadan yanıma yaklaştı. Tam karşımda durup, gözlerimin içine duygusuzluğunu vurarak baktı. Beni her zaman üşütmeyi başaran o soğuk sesiyle, "Benim yanımda durman gereken noktayı çok iyi bilmen gerekiyor, bunu biliyorsun değil mi?" Diye sordu.
Başımı salladım.

Evet çok iyi biliyorum.
Yerimi de, değerimi de.
Ama arsızca daha fazlası için boşa kürek çekiyorum
Çünkü sen benim mavimsin.

Ben kötü adam tarafından en güzel şekilde, delicesine, ölürcesine sevilen o masum kız değilim. Ben kötü adamdan korkmaması gereken tek kişi olan o saf ve güzel kız değilim.
O bir başkasıydı.

Ben adamın kalbini elde etmek için türlü oyunlar çeviren, o korkusuz kötü kadında değilim.

Peki ben kim miyim?

Ben içinizden biriyim. Hayatını çürük temeller üzerine kurmuş, bir enkaza dönüşmüş ruhu yitik bir bedenim. Çok seven ama yüreğindekilere kilit vurup gizleyenim..Çok seven ama söylemekten çekinen bir korkağım.
Ölürcesine seven ama hiçbir zaman fark edilmeyenim...
Asla sevilmeyecek olan o kadınım.



Hikaye hakkında küçük notlarımıda paylaşayım.

●Hikaye Mavi Kelebek ile büyük, çok büyük oranda bağlantılı olacak. Mavi Kelebek 2'diye düşünebiliriz.
●Matem isimli hikayemi belki bilenler vardır. Bir türlü silmeye kıyamadığım için hâlâ taslaklarımda duruyordu. Sonra onun kurgusunda ufak tefek değişiklikler yaptım ve ortaya bu hikaye çıktı.

Hikâyeden uzun not yazmadan bir de;
Sizleri seviyorum

✖️Hikayedeki olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.

 Hüznümde Saklı Mavi Where stories live. Discover now