Bölüm 41 | Sevilmeyecek Olan Kadın

2.1K 195 61
                                    


Multi : Bölüm Müziği

Bir yıl. Belki de daha uzun. Onca zaman sonra elimde tuttuğum davetiyenin üzerinde yazan isimlere bakmak... Bu garipti. Acı dolu ve üzücüydü de. Neden canımın yandığını bilmiyordum. Unutmamış mıydım onu? Unutmuştum. Bazı günler aklıma bile gelmiyordu. Düşünmüyordum. Tıpkı Ateş'in dediği gibi geçmişimi arkada bırakmıştım. Bu konuda çok başarılı olduğumu düşünmüştüm. Yeni hayatımda eski hiçbir şeye yer vermeden, kendi isteklerim doğrultusunda yaşamayı başarabilmiştim. Biri dışında her şeyi geride bırakabilmiştim...

Ama bu davetiye... Bu isimler... Bir şekilde içimdeki her şeyi parça parça etmişti. Zihnimde kurguladığım bütün gelecek hayalleri yıkılmıştı. Oysa ki hiçbir planımda onlara yer vermemiştim ki... Üstelik bugünün geleceğini çok iyi bilmeme rağmen, neden böyle sarsmıştı beni bilmiyordum?

Kapının çalmasıyla birlikte silkelenip elimdeki zarfı iğrenç bir şeye dokunmuşum gibi koltuğa doğru tiksinerek fırlattım. Kapıya doğru giderken, aklımda o düğüne katılıp katılmamak vardı. Eğer davetiyeyi bana gönderecek kadar zahmete girmişlerse, benimde orada olmam gerekmez miydi? Eski eş olarak...

Kapıyı açtım. Ve karşımda dimdik duran Ateş'i görünce başta inanamadım. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonra apartmanı ayağa kaldıracak kadar yüksek sesli bir çığlık atıp, ellerimi ağzıma kapattım. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle karşımda olduğuna inanamıyordum.
"Sen... sen nasıl?" Dedim ve boynuna atladım.
"Senden haber alamayınca gelmem gerektiğini düşündüm" dedi, kollarını belime sararken. Telefonumu değiştirdiğim aklıma geldi. Tam aksine aylardır ondan haber alamayan ve öfke dolu olan benken. Birden kendimi sadece bir haftadır onu aramadığım ve telefonumu değiştirdiğimi haber vermediğim için suçlu hissettim.  

Kokusunu içime çektim. Hala aynı koku. Garip ama insanın başını döndüren o kendine has kokusu. "Çok özledim" dedim. Geri çekilip, ellerimi yüzüne yerleştirdim ve gözlerinin içine baktım. Sanki zayıflamıştı. Gözlerinin altındaki mor halkalara bakıp, kaşlarımı çattım. Ellerimi kollarına indirip, ona iyice üstten aşağı baktım.
"Neden bu kadar zayıfsın? Yorgun görünüyorsun?" Dedim.
Yüzündeki yorgunlukla gülümsedi. "Beni kapıda mı tutacaksın?"
Aptallığıma yakınarak, elinden tutup onu içeriye çektim ve o salona doğru ilerlerken ben de arkamızdan kapıyı kapattım.

Ateş etrafa dikkatlice göz gezdirirken, "Küçük ama beni idare ediyor" dedim karşısına geçip.
Gülümsedi. Tekli koltuğu elimle gösterip, "Otursana, ayakta kalma" dedim telaşla.
Gösterdiğim koltuğa oturdu ve deri ceketini üzerinden çıkarıp, tekli koltuğa bıraktı. Ben de hemen yanındaki kanepenin en dip köşesine, ona yakın olacak şekilde oturup yüzüne baktım. Onun gözleri ise hala evimdeydi.
"Sonunda yuvanı buldun" dedi, düşünceli gözlerini bana çevirip.
Yuvam? Hayır, bir senedir dolanmama rağmen henüz yuvam diyebileceğim o yeri bulamamıştım.
"Pek öyle sayılmaz"
"Neden? Mutlu değil misin?"
"Mutluyum elbette ama mutlu olduğun her yer yuvan olmuyor. Kendimi buraya aitmişim gibi hissetmiyorum" dedim.
Anladığını gösterircesine başını aşağı yukarı salladı. Öyle yorgun, bitkin ve halsiz görünüyordu ki, şaşkınlıkla ona bakmaktan kendimi alamıyordum.
"Bir sorun mu var?" Diye sordum dayanamayıp.
Gülümsedi. "Ne gibi?"
Ellerimi iki yana açıp indirdim. "Bilmiyorum. Çok şey görünüyorsun..."
"Hasta" diye tamamladı.
Başımı salladım.
Gülümsedi. Öne doğru hafifçe eğilip konuyu değiştirmek istercesine, "Beni boşver. Anlat bakalım neler yaptın?" Diye sordu.
Omuz silktim. "Gezdim, eğlendim, çalıştım"
Şaşırarak, "Çalıştın mı?" Diye sordu.
"Bir barda çalıştım"
Şaşkınlığını üzerinden atıp, başka nerede olabilirdi ki tavrıyla yüzüme baktı.
"Peki istediğin özgürlüğü yakalayabildin mi?"
Gülümsedim. Başımı iki yana sallayıp, kucağımda birleştirdiğim ellerime bakarak gözlerimi ondan kaçırdım. Evet, istediğim her şeyi yapıyordum ama bir şekilde hala kendimi özgür hissedemiyordum.
"Hala ayaklarımda prangalar var sanki? Önümde bir sürü yol var, yürümem için bacaklarım var ama yürüyemiyorum. Ayaklarımda sanki prangalar..."
"Hazan..."
İsmimi söylemesiyle beraber bakışlarımı ellerimden gözlerine tırmandırdım.
"Ayaklarında değil, kalbinde" dedi.
"Hala bıraktığım gibisin. Sende hiçbir şey değişmemiş. Söylediklerimi dinlemedin değil mi?"
Bu gerçeği Ateş'ten duymak biraz beni sinirlendirse de, gülümseyerek örtbas etmeye çalıştım.
"Arkama bakmadım"
"Ama önüne de bakmadın"
Biraz sesimi yükselterek, "Buraya beni sorgulayıp, yerimde saydığımı mı söylemeye geldin?" Diye sordum.
"Hayır. Elbette mutlu olduğunu, yeni bir hayat kurduğunu görmeyi umarak geldim ama gördüklerim beni hiç mutlu etmedi Hazan"
Ayağa kalktım. Ellerimi iki yana açarak, "İyi. Ne yapabilirim?" Diye sordum öfkeyle.
Ateş bana sanki içimdeki, ruhumdaki boşluğu karmaşayı görür gibi baktıktan sadece birkaç saniye sonra iyice arkasına yaslanıp, "Yoldan geldim ve çok açım, öncelikle bir şeyler hazırlayabilirsin" dedi. Hemen sonrasında gülümsedi. Gri gözleri o güzel kirpiklerinin arasında silinince, dayanamayıp bende güldüm. Ağlanacak halime gülmek bu olsa gerekti. Ağlanacak halimin olduğunu bile bilmiyordum ki o gelene kadar? Garipti. Deli gibi ağlamak istiyordu bir yanım, diğer yanım ise kahkahalarla gülmek. Ben ise ortada bir yerde bocalıyordum. Ne deli gibi ağlayabiliyor, ne de hunharca kahkahalar atabiliyordum. Duygularım karman çormandı. Bir şeyi çok iyi biliyordum sadece ona sarılmak ve çok özlediğimi söylemek istiyordum ama yapmadım. Onun yerine sadece yüzüne bir daha göremeyecekmiş gibi ezberlemek istercesine bakmaya devam ettim.

 Hüznümde Saklı Mavi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin