Bölüm 42 | Son Kelebek

2.2K 205 63
                                    




Çaresiz kalmak. Daha öncesinde defalarca kez tatmıştım bu duyguyu. Elim kolum bağlanmış halde beklemeye alışkındım. Çok kötülerini görmüştüm. O kadar çok kez çaresiz kalmıştım ki, her seferinde 'bitti işte yolun sonu' diye düşünüp durmuştum. Sonra bir mucize ile ya da bir şekilde yeniden kendime bir yol çizebilmiştim. Ama bu kez farklıydı. Onun yüzünü mora dönmüş ve kan içinde gördüğüm o an da, gerçek çaresizliği iliklerime kadar hissetmiştim. Elim kolum çözülmüştü. Yapabildiğim tek şey çığlık atmak ve vücudumun kontrolünü kaybedip yere yığılmak olmuştu. Tarifi imkansız bir acı kalbimin tam ortasını delip geçmişti. Nefes alamıyordum. Ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Sanki tüm evren susmuş, zaman durmuş, insanlar yok olmuştu. Yardım isteyebileceğim kimse kalmamış, kimse bana yardım edemezmiş gibi... Evrende yankılanan çığlıklarım, onun yatakta kanlar içinde uzanan bedeni ve ben...

"Ateş..." diye, çığlık attım.

Odanın kapısının sertçe açıldığını duydum ama içeriye kimin girdiğine bakamadım. Gözlerimi onun solgun yüzünden alamıyordum. Sonra bir şeyler oldu. Doğu'yu ve Nefise'yi gördüm. Onlar telaş içinde Ateş'in başucunda uğraşırken, ben her şeyin bittiğinden o kadar emindim ki... Onu kaybetmiş olmanın ağırlığını kaldıramadım. Ateş önce beni zincirlerimden kurtarıp, dağın zirvesine çıkarmış, özgürlüğü iliklerime kadar hissetmeme izin vermişti. Şimdi, ise o dağın zirvesinden itivermişti. Düşmüştüm. Ölümcül bir yara almıştım. Bütün umutlarım bir toz bulutu gibi savrulmuştu. Hiçbir zerre umut yoktu o an. Tutunabileceğim bir dal kalmamıştı. O an anladım ki Ateş'in yaralarına rağmen hala hayatta kalıyor olmasıydı benim umudum.

"Hazan" dedi biri.

Kim olduğunu bilmiyorum. Umursamadım. Sonra karşıma geçti. Bu Nefise'ydi. "O iyi. Yaşıyor. Hastaneye gitmemiz gerekiyor. Ayağa kalkabilir misin?" dedi.

Bir tepki vermem gerektiğini biliyordum. O yaşıyordu. Ölmemişti. Önemli olan buydu değil mi? Evet ama neden tepki veremiyordum. Hareket bile edemiyordum. Sanki beynim hiçbir şey yapmamak için kontrolü ele geçirmişti.

Nefise tekrar karşıma geçtiğinde yüzüme kuvvetli bir tokat yemeyi beklememiştim. Refleks olarak yanağımı tutup, Nefise'nin gözlerine baktım. Korku, endişe ve üzüntüden başka bir şey göremedim.

"O öldü" dedim, gözlerimi boş yatağa çevirerek.

"Hayır, ölmedi. Hala nefes alıyor" dedi. Ayağa kalktı ve elini bana doğru uzattı.

"Haydi hastaneye gitmemiz gerekiyor"

Gözlerimi boş yataktan çekip, elini tuttum. Ayağa kalkmak için kendimi zorladım. Ölmemişti, önemli olan buydu. Ölmeyecekti.

Birlikte hızlı adımlarla önce odadan sonra da evden çıktık. Evin önünde bekleyen taksiye bindik. Gözyaşlarımı bir türlü durduramıyordum. Sanki biri, bir şey göğüs kafesimi biçiyordu. Damarlarımın içinde inanılmaz bir acı dolanıyordu. Yaşamım gittikçe anlamını kaybediyordu. Gecenin koyu karanlığı içinde hastaneye doğru ilerlerken sanki bir daha güneş hiç doğmayacak gibi hissediyordum. Sanki son nefeslerimi alıyordum.

"O iyi olacak" dedi Nefise, kendi kendine.

"İyi olacağını biliyorum"

Gözlerimi camdan ayırmadım. Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Zaten konuşmakta istemiyordum. İstediğim tek şey, Ateş'i görmekti. Yaşadığını görmek, nefes aldığını görmek, o soğuk hüzün kaplı gri gözlerine yeniden bakabilmekti.

Hastane kapısından içeriye girdiğimizde, Nefise sanki nereye gideceğini biliyormuş gibi koridorun sağ kanadına yöneldi. Bende bir şey söylemeden onu bacaklarımın izin verdiği kadarıyla takip etmeye çalıştım. Güçsüzdüm. Aylardır ilk kez kendimi bu denli güçsüz hissediyordum.

 Hüznümde Saklı Mavi Where stories live. Discover now