Bölüm 18 | Buz ve Kül

3.8K 254 74
                                    




Sanırım bir şeyler düşünemediğim anlardan ilkiydi bu. Bana yaklaşan bir adet alev topu ve hemen arkasındaki buz dağı aklımdaki her düşüncenin savrulmasına yetmişti. Öfkeyle üzerime doğru gelen Demir'i durdurabilecek hiçbir şeyin olmadığını bana yaklaştıkça daha çok anlıyordum. Masmavi gözlerindeki o deliliği en iyi tanıyanlardan biriydim ben de. Hazan defalarca onun deliliğinin sınırlarında yüzmüş hemen akabinde kendi sessizliğinde boğularak ruhunu katletmişti. Ama ben öyle değildim. Benim bir ruhum, sineye çekebileceğim bir aşkım ya da sessiz kalmamı sağlayacak herhangi bir nedenim yoktu. O ne kadar deliyse, ben de o kadar delirecektim.

Tam karşımda dikilir dikilmez öfkesinden gelen ağır sözleri işitmeden önce, "Çöz beni!" diye emrettim yerimde gereksizce bir çaba sarf ederek. Verdiğim emir karşısında mı yoksa bulunduğum duruma rağmen hala konuşabiliyor olduğum için miydi bilmiyorum ama iki kaşı da havaya kalkık halde bir süre bana baktı. Bakışlarım bir ara arkasında olduğunu gördüğüm Ateş'e kaydı ama ne daha önce bulunduğu yerde ne de gözlerimin görebildiği alanda izine rastlamadım. Sanki aniden buharlaşmış gibi ondan hiçbir iz yoktu.

Gözlerimle hala etrafı tararken, "Çözecek misin?" diye sordum.

O da kafasını çevirip arkasına bakındı. Muhtemelen bir şeyler aradığımı anlamıştı ve yine bir kuvvetli ihtimalle Ateş'i görmemişti. Etrafta bizden başka hiç kimse olmadığına emin olunca, arkama geçip ellerimdeki bağları çekiştirerek ve bilerek canımı yakmaya çalışarak çözdü. Bileklerim kalın iplerden kurtulunca, ayaklarımdaki bağdan kendim kurtuldum. Yanımda uzanan cesetlere bakıp, "Onları sen mi hakladın?" diye sordum. Aslında cevabı biliyordum ama onun vereceği cevap bundan sonraki konuşmalarımı etkileyeceği için sorulabilecek en doğru soruyu sormuştum.

Bakışlarındaki sert ifade ile birlikte keskin bir şekilde, "Hayır" dedi.

Ayağa kalktım ve direk gözlerinin içine baktım. Hazan'nın uğruna düşünmeden canını verebileceği gözlerde sadece şüphe ve öfke barınıyordu. O an anladım ki, benim varlığım Hazan ve Ateş arasında gerçekleşebilecek aşk ihtimalini yüzde otuzdan, eksilere indirmişti.

"Öyleyse kim?" diye sordum.

Sinirle başını yana çevirip gülmeye başladı. Kahkahası sadece derin bir sessizliğin olduğu ormanda adeta yankılandı. Sonra aniden beni yerimden sıçratacak kuvvette, "Benimle dalga mı geçiyorsun sen?" diye kükredi.

Kaşlarımı kaldırıp, dudaklarımı büzdüm. "Hayır, gayet ciddi bir soru sordum"

Kolumu demirden bir kıskaç gibi yakaladı ve beni peşinden sürüklemeye başladı. Arkasından itiraz etmeden ilerlerken gözlerimi devirdim. Kafasında olan soru işaretlerini görebiliyordum ama bu şekilde ağzımdan bir cevap alabileceğini düşünmesi tam bir saçmalıktı. Ben Hazan değildim. Ondan ve yapabileceklerinden zerre kadar korkum yoktu.

Birlikte ormanın içinde ilerlerken, "Bana her şeyi anlatacaksın" diye emretti.

"Ya anlatmak istemiyorsam?" diye sordum.

Aniden duraksadı. Bakışlarından geceyi aydınlatacak kadar ateş fışkırıyordu. Boynumu kırmak ve bir güzel tartaklamak arasında bir seçim yapmaya çalışıyormuş gibi boynunu iki yana kırdı. "Bak, sakin kalmaya çalışıyorum ama bana pek yardımcı olmuyorsun" dedi.

Omuz silktim. Şaşkınlıkla bana baktı ve sıkıca kavradığı bileğimi savurup attı. Arkasından gideceğimi biliyordu. Sonrasında konuşmadan ana yola çıkabilmeyi başardık. Yol kenarına park ettiği arabası birkaç metre ilerimizdeydi. O önde, ben suçlu gibi arkasından yürürken bir seçim yapmak zorunda olduğumu fark ettim. Bu sorunu ya şimdi basitçe hallederdim ya da epeyce bir uğraş vermek zorunda kalırdım.

 Hüznümde Saklı Mavi Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon