On Dört ~ "Bu söylentiler kimden çıkıyor?"

4.7K 354 688
                                    

James's pov:

Mutlu muydum, değil miydim, anlayamaz olmuştum.

Sahada bana ne olduğunu bilmiyordum. Sadece (çok fazla) sinirlenmiştim. Psyche'nin beni haksız yere lanetlemesi, onun, İan'ın ve Aidan'ın beni yüzüstü bırakması, Ayre İzzona'nın sinir bozucu yorumları ve bir türlü sayı yapamam beynimi deliyordu.

Ancak en çok kafamın patlamasına yol açan şey Psyche'nin dedikleriydi. Ve nedense sadece Slytherin ellinci sayıyı yaptıkları zaman herkesin benim Lily'ye aşk iksiri verdiğimi düşünebileceği ve bu yüzden bana tavır aldıkları kafama dank etmişti.

Ama en kötüsü, Lily'yi benden soğutan şey de bu olabilirdi.

Hogsmeade'de Psyche'nin dediklerini artık daha iyi anlıyordum. Neden o zaman kafama takmadığımı bilmiyordum, sadece Psyche'nin sinirden söyleyecek söz bulamadığından fırlattığı birkaç sözcük olarak algılamıştım.

Maçtan sonra bunun hakkında Sirius'a sadece birkaç kelime söyleyebildim, ardından çılgın kalabalık yine beni ellerinin üzerine kaldırmıştılar.

Ancak Lily benden kopmamıştı. Soyuyabilirdi, şüphelenmiş olabilirdi. Ama Lily-Çiçeğim benden kopmamıştı. Başımın üzerinde ağladığında biliyordum. Bana değer veriyordu.

Ve kabul ediyorum, üç kişiye karşı Snitch'i kaybetmemizle sonuçlanan maçta iki yüz kırk sayı yapıp Slytherin'i kazanmam, zaten tavan olan özgüvenimi göklere kaldırmıştı. İlk kez süpürgeden düşmüş olmam bile umrumda değildi. Ve mutluydum. Her ne olsa da o güne mutlu başlamıştım.

Sabahki gün herkes mükemmel maç için beni tebrik ederken ve özgüvenim Hogwarts'ın duvarlarını yıkarken Büyük Salon'a sabah yemeği için gidiyordum. Remus (biraz halsizdi, dolunay yaklaşıyordu) ve Peter dünkü maç hakkında konuşuyordular ama Sirius iyiymiş gibi davranmaya çalışsa da keyfi yerlerdeydi.

Büyük Salon'a girdiğim an gözlerim yine Lily'yi aradı. Bu bir alışkanlık haline gelmişti, bir iki hafta boyunca bunu yapmadan dayanabilsem bile artık yine her yerde onu arıyor, her kızıl kafayı Lily sanıyordum.

Masada oturmuştu. Beni görünce gözlerini kaçırdı. Her şeyi siktir edip yanına gitmek istiyordum ama bunu sonraya saklamakta karar kıldım. Onunla yalnız konuşmak istiyordum.

Masaya oturdum. Nefis poğaçalardan birini ısırdığım an birinin elini omuzumda hissettim.

Başımı arkaya çevirdiğimde Profesör McGonagall'ı görmeyi beklemiyordum.

"Profosor?" dedim ağzım dolu haliyle ve hızla ağzımdakileri yutmaya koyuldum. Profesör'ün yüzünde nadiren gördüğüm gülümsemelerden vardı.

"Dün iyi iş çıkardınız, Potter, sizi tebrik etmek istiyordum. Binamda sizin gibi öğrencilerim olduğu için mutluyum."

Ağzımdakileri hızla yutarak gözlüğümü düzelttim, "Teşekkür ederim, Profesör."

Profesör yine gülümseyip gittiği zaman şaşkındım. McGonagall'dan şimdiye kadar alabildiğim en iyi iltifattı bu.

"Çatalak, bence sen bu işi zirvede bırak," diyen Remus'a döndüm.

"Aylak, ben ne zamandan beri bir işi tamamen batırmadan ondan vazgeçtim?" dedim sırıtarak.

"Hımmm..." dedi iki günde zayıflamış elini çenesine koyup, düşünüyormuş gibi yaparak, "Lily mesela? Zirvede bırakıp kaçmakla aynı şeydi."

"Sus, Aylak." dedim sırıtmam solarken.

Birkaç kişi daha geçerken beni fevkalade, şehane, inanılmaz performans için tebrik ettiler ve bu artık yavaş yavaş bıktırıyordu. Yemek yiyemiyordum! Poğaçam hala elimde yarım kalmıştı.

Should Be Hard | Jily • ÇapulcularWhere stories live. Discover now