Son: {İkinci Kısım} ~ "Ben insanın üst seviyesiyim."

3.8K 246 1.3K
                                    

Bu bölümün ithafı littlemarceline, a.k.a. dünyanın en tatlı okuruna, seni seviyorum!

Not: Bol bol yorum istirem!

Remus' pov:

Omuzumdaki eli hissettiğimde geri dönüp Apgrodite Irven'ı fark etmem... bir an için ne düşüneceğimi bile şaşırmıştım.

Ama bir sonraki anda yüzünde değişiklikler olduğunu fark ettim: aniden boyu uzamaya başladı, sarı saçlarının rengi koyulaştı. Ama ben onun gerçek halini göremeden, yine arkama geçmişti.

Kim olduğunu zaten biliyordum, yüzleşmeyi ise... istemiyordum. Onu ben bulmalı olsam da, şu an o beni bulmuş ve kapana kıstırmış gibi hissediyordum ve bu da ayrılmanın ne kadar da saçma bir fikir olduğunu bana hatırlatmıştı.

Bana Lycaon Tohumu diye seslenmesiyse zaten pek iyi karşılanmayacağımı belli etmişti.

"Nasılsın, Remus?" dedi eliyle omuzumu sıkarken. Yüzünü hala göremiyordum, ama sesi Irven'ken konuştuğu sesinden çok farklı değldi - sadece bu defa sesinde o zorla verdiği tatlılık tınısı yoktu ve bildiğimden biraz daha kalındı. En önemlisiyse, aksanı vardı ama hangi millet olduğunu anlamak zordu, "Yorgun görünüyorsun."

"Onu senden sormalı," dedim ısırdığım dudaklarımı birbirinden ayırarak, "Son aylarda çok çalıştın."

Asamın düştüğü yeri görmeye çalıştım gözlerimin ucuyla. Biraz kenarda yerde bir dal parçası vardı ama asa mıydı, emin değildim. Yine de denemeye değer diye elimi hazır tutmuştum.

"Evet, ama küçük arkadaşın biraz şımarık," dedi ve sahte bir şekilde iç çekti, ama sesi eğleniyor gibiydi. Aksanı çok belirgindi, önceden fark edilmemesi imkansızdı. Belki de saklamak için büyü kullanıyordu.

Bir süre sessizlik olunca cadının nefesini kulağımın dibinde hissedebiliyordum. Elini şimdi omuzumdan kaldırmıştı ama parmağı hala oradaydı, halkalar çiziyordu.

Asaya doğru hızla atlasaydım şaşırırdı diye umuyordum. Ama asayı aldıktan sonra bile ne kadar dayanabileceğim şüpheliydi. Sadece iksirleri iyi olabilir ve kara büyü ile uğraşabilirdi ama bu onun iyi bir düellocu olduğunu söylemezdi - ya da hemen beni mahvederdi. Yine de denemeden bilemezdim.

Cadının asası belime dokunduğundaysa atlamanın anlamsız olacağını biliyordum, daha kımıldanamadan beni lanetleyebilirdi. Oyalamak için, "Kimsin sen?" dedim.

"Adım mı? Bazıları Mau derdi ama açıkcası öyle seslenenlerden hayatta birinin kalıp kalmadığından emin değilim," cadı küçük bir kahkaha attı, "Ama şu an sadece Vindea var."

Kaşlarım çatıldı, "Ne demek istiyorsun? İsim mi değiştirdin?"

Cadı omuzumda çevreler çizmeye devam ediyordu, asasının da ucu kaburgamı deşecek kadar belime girmişti, "Canını sıktıysa sen Mau da diyebilirsin, tatlım."

"Cenazende ilahi söylemeyi daha çok isterim." dedim kendimi tutamayak. Ama Vindea sinirlenmişe benzemiyordu, hatta güldü de.

"Bu çok kabaydı ama sevdim," dedi ve bu an belimdeki asanın biraz uzaklaştığını hissettim.

Her şeyin bozulmamasını umarak yutkundum, "Ne istiyorsun? Amacın ne?"

İşte bu zaman Vindea çenesini daha da kulağıma doğru yaklaştırdı, boynuma doğru nefes alması gıdıklandırmıştı hatta.

Should Be Hard | Jily • ÇapulcularWhere stories live. Discover now