Bölüm 19

3.7K 243 16
                                    

Tekrar ayak sesleri duymaya başladım. Hemen saklanmam gerek. Şu mat kavanoza saklanabilirdim. Uzanarak kapağını ittim. Sonra da tırmanmaya çalıştım. Toprak gibi bir maddeden yapıldığı için pürüzlü bir yüzeyi vardı. Bu pürüzlere tutundum. Kavanozun ağzına gelince içine atladım. İçinde bir şey vardı. Acı ve toz. Toz biber. Bütün aksilikler benim başıma gelmek zorunda mı? Toz biberin içine gömüldüm. Bacağımdaki yara inliyordu. Bacağımı kurtarmaya başladım. Ama daha da gömüldüm. Boğazıma kadar batmıştım. Tüm vücudum yanıyordu. Buradan nasıl çıkacaktım? Acı biberin içinde boğulmadan bunu yapmalıydım. Boğazım tahriş olmaya başladı. Öksürüyordum. Ayak sesleri çok yakına geldi. Kavanoz titreşiyordu. Dev konuşmaya başladı. Kulaklarım çınladı. Sağır olacak gibiydim. Ellerimle kapatmaya çalıştım ama ellerimi çıkaramıyordum. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Tekrar ağlamaya başladım. Bacağımdaki acı tüm vücuduma sarmıştı. Devin sesi o kadar gürdü ki sanırım kulak zarlarım patladı. Kafam inanılmaz derecede ağrıyordu. Kavanozun içine bir şey girdi. Dev bir kaşık. Olamaz yakalanacağım. Kenara kaçmaya çalıştım ama kaşıktan kurtulamadım. Acı biberle beraber ben de kaşıktaydım. Neyseki bacağım ve ellerim kurtulmuştu. Hızla yukarı yükseldik. Kavanozdan çıktık. Kaşığı tutan dev eli izledim. İşte dev karşımdaydı. Çirkin değildi. Normal birisi gibiydi. Giyimi filan da düzgündü. Lütfen etçilde olmasın. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Devle göz göze geldik. Bana iyice baktı. Ben ise donup kaldım. Bir şeyler söylendi. Kulaklarımdaki acıyla beraber anında ellerimi kulaklarıma dayadım. Diğer eli bana doğru yaklaşıyordu. Hayır beni yiyecek! Atlamam gerekiyordu. Ama çok yüksekti. Bu sefer kırık filan değil kesin ölürdüm. El bana doğru geldi. Baş ve işaret parmağıyla tişörtümü tuttu. Benden tiksiniyormuş gibi bakıyordu. Açıkçası alındım. Sonra beni kaldırdı. Bu sefer sağa sola sallanıyordum. Artık midem bulanıyordu. Kaşığı bıraktı. Beni havada taşıyarak ilerledi. Bir iki adım sonra durdu. Aşağıda çöpler vardı. Hayır oraya atmasın. Çok yüksek. Eğildi ve beni yavaşça yere koydu. Bak bunu beklemiyordum. Beni yer sanıyordum ama beni nazikçe yere koydu. Gerçi burası çöptü ama yine de öldürmedi. Yere yığılan kocaman çöplerin arasındaydım. Sebze artıklarının üstündeydim. Fare deliği biraz yanımdaydı. Sonunda buradan kurtulacağım. Aşağı inmeye başladım. Hala her yerimde biber vardı. Vücudum hem yanıyor hem de kaşınıyordu. Sebzelerden inince sağ ayağımı yere sürükleye sürükleye deliğe doğru gittim. Çok uğraşmadan gelmiştim. Deliğe girdim. Ya fareler varsa burada. Beni çiğ çiğ, kemire kemire yerler. Başka seçenek yok. Delikte ilerlemeye başladım. Bir yandan da elimle yüzümdeki, vücudumdaki acı biberleri siliyordum. Delik git gide genişlemeye başladı. Sarı bir ışık süzmesi önüme düşüyordu. Işığı takip ettim. Işık giderek artıyordu. Sonra gördüm ki bu yakılan bir ateşin ışığıymış. Bir ateş yakılmış ve etrafında da gölge halinde biri oturuyordu. İnsan gibi gözüküyordu. Ondan yardım istemeliydim. Bu sefer adımlarımı sıklaştırdım. Ateşe daha yaklaştım. Orada oturan kişi daha da netleşiyordu, bir erkekti. Biraz daha ilerleyince kim olduğunu anladım; prens. Onun burada ne işi var? Buraya nasıl geldi? Hiç yara bere de yok. Ona daha da yaklaştım. Geldiğimi fark etti. Kılıcına elini attı. Beni görünce şaşırdı sonra da güldü
"Çakma prenses?"dedi. Artık vücudum bacağımdaki yarayı kaldıramayacaktı. Yere yığıldım. Kafamı fena çarpmıştım. Harika alnımdan sıcak bir sıvı süzülüyor. Sanırım kan. Her yer bulanıklaşmaya başladı. Göz kapaklarımda uyumamı istiyordu artık. Ama şimdi...

"Hu hu. Uyuyan Güzel. Pardon uyuyan çakma prenses."dedi. Prensin sesini duymanın iyi geleceğini düşünmezdim. Gözlerimi yavaşça açtım. Karşımda gülerek beni izliyordu. Yerden destek alarak doğruldum. Karşımda sönmüş bir ateş vardı. Bacağıma baktım. Sarılmıştı. Ve artık kırmızı biberlerin verdiği acı yoktu. Prense döndüm
"Teşekkür ederim."
"Ve..."
"Özür dilerim. Sana bağırmamam gerekiyordu."dedim. Yanımdan kalktı. Küle dönüşen odunların karşısına oturdu. Elindeki çubukla külle oynamaya başladı. Sırtımı duvara yasladım
"Sen nasıl geldin?"dedim. Bana bakmayarak cevap verdi
"Dağın diğer tarafından."dedi. Güldüm. %50 şansım da bile başarısızdım. Bana baktı
"Sen nasıl geldin?"dedi. Anlatırsam gülerdi. Dudağımı büzdüm
"Yolu birazcık uzatmışım o kadar."dedim. Bu yalana inanmadı. Ben olsam ben de inanmazdım. Saçmaydı. O da güldü
"Hı hı. O yüzden harap olmuştun."dedi. Ona asla anlatmayacaktım. Bitkince sordum
"Bir cadı buldun mu?"dedim. O da arkasına yaslandı
"Sanırım biraz yukarıda var. Dün biraz dinleneyim dedim sen geldin. Seninle ilgileneceğim derken sabah oldu."dedi. Utanıyordum. O kadar ona kızmıştım ama o benim için uğraşıyordu. Bence benim yüzüm ile ilgili bir problem var. Bana bakan sanki dilenciymişim gibi yardım etme isteği duyuyor kendinde. Devam etti
"Söylesene nasıl geldin? Çok cebelleşmiş gibi gözüküyorsun."dedi. Bir iç çektim
"Sana kızdıktan sonra ormanda öylece ilerledim. Bir kulübe gördüm. Hansel ile Gretel masalındaki kulübeydi..."
"Hey onlar gerçek!"
"Pardon yanlışlıkla oldu. Neyse sonra eve girdim nefsime hakim olamayarak çikolota yedim. Biraz da elmas gibi değerli eşyalar aldım. Sonra cadı geldi ondan saklandım. Saklandığım yerden de evin duvarını kırarak kaçtım. Çikolatadan olduğu için. Sonra bu dağa geldim. Senin geldiğinin aksi yönünden. Tırmandım falan. Sonra bir mağara buldum. Mağarayı gezerken kendimi bir devin evine düşerken buldum. Sonra da oradan kaçtım. Kısacası başıma gelmeyen kalmadı."dedim. Çok normal karşıladı
"Senin bunlara neden aşırı tepki verdiğini anlayamadım?"
"Sana dev gördüğümü söyledim!"
"Evet, çok normal."
"Bak senin burada bunlar normal olabilir ama benim geldiğim yerde bunlar bir masaldan ibaret."
"Bize hakaret edip durma!"
"Ne hakareti, olan bu. Hansel ile Gretel çikolata yer. Cadı oğlanı iyice besler, kız olana iş yaptırır.  Kız birgün cadıyı hazırlıksız yakalar ve onu fırına iter. Bu hikayeyi herkes biliyor."
"Sen nereden geliyorsun bilmiyorum ama bizim burada bunlar hepsi normal. Baksana ya sen cadı olmayasın. Çok fazla şey biliyorsun."
"Hala mı?"
"Evet hala."
"Cadı olsaydım neden buradan kurtulmaya çalışayım ki? Ya da bir pırasa ile cebelleşeyim. Ya da bir cadıdan kaçayım. Lütfen bir kere mantığını kullan."
"Bunları bilmen imkansız."
"Ah sana kaç defa söyleyeceğim. Ben Dünya gezegenindeki İnsanlar Alemi'nden geldim. Hepsi de Markus'un yüzünden. Beni bir gökdelenden attı ve kendimi burada buldum. Ben de bir şey bilmiyorum aslında."dedim. Bana soru dolu gözlerle baktı
"Sen kimsin?"dedi. Omzumu silktim
"Sana yardım etmeye gelen biri diye düşün."dedim. Ayağa kalktı
"Yola çıkmalıyız."dedi. Ayağa kalkmaya çalıştım. Bacağım hala acıyordu. Benim yanıma geldi. Kolumu omzuna atıp belime girdi. Ondan yardım alarak ayağa kalktım. Konuştu
"Daha çok sakat bir yardımcı diye düşüneceğim."dedi. Güldüm. Benden ayrıldı ve kılıcının yanına gitti. Ben de duvara dayandım. Torbayı da aldı. Kılıcı kınına soktu. Yanıma geldi. Tekrar belime girdi. Bende onun omzuna tutundum. Ona yük oluyordum. Cidden beladan başka bir şey değilim. Devam etti
"Torbana göz attım sakıncası yoksa. Elmas aldığın iyi olmuş cadılar bedavaya iyilik yapmazlar."dedi.
"İşe yaramak güzel duyguymuş."dedim. Mağranın içinde ilerledik. Sarkıtlar giderek büyüyordu. Kafamızı eğerek yürüyorduk. On dakika kadar sonra oyuk iyice küçüldü. Prens belimden çıktı
"Bundan sonrasını emekleyerek gitmemiz gerek."dedi. O öne geçti. Dizlerinin üstüne çöktü ve emekleyerek ilerledi. Ben de aynısını yaptım. Onun peşinden gittim. Bu hiç iyi bir pozisyon değildi. İyi ki kaftan olarak adlandırdığım şeyi uzundu. Bu tünel iyice küçülüyordu. Artık tavan sırtıma değmeye başlamıştı. Biraz daha ilerleyince prens durdu
"Noldu?"dedim
"Buradan yukarıya çıkacağız. Umarım zorlanmayız, zorlanmazsın."dedi. Biraz daha ilerledi ve yerden doğruldu. Orada çıkış vardı. Sonra da tırmanmaya başladı. Artık ayaklarını göremez olunca ben de o çıkışa gittim. Uzun bir dikine yoldu. Tırmanmak zorunlu muydu? Şu ışınlanma büyüsünü öğrenmeliydim. Şuan işime o kadar yarardı ki. Ben de doğruldum. Duvarların girintilerine tutundum. Ayaklarımı da karşılıklı duvarlara dayadım. Prens ilerledikçe onun tutunduğu yerlere tutunuyordum. Güvenlik açısından. Bacağımdaki acı şiddetlendi. Daha çok yol vardı. Yukarıya baktım. Beyaz bir ışık gözüküyordu ama çok uzaktaydı. Bir kez daha yukarıdaki girintiye tutundum. Bacaklarımı da yukarı çekip ayaklarımı tekrar duvarlara dayadım. Bacağım zonkladı. Prens aramızdaki mesafeyi açıyordu. Ona yetişmek için çaba sarfettim. Ama bacağımdaki ağrı beni aşağı çekiyordu. Pres neredeyse yukarı ulaşmıştı ama ben daha yarısına ancak gelmiştim. Tekrar yukarı tutundum. Kollarımla kendimi yukarı çektim. Ayaklarımı duvarlara yerleştirdim. Tekrar aynısını yaptım, tekrar ve tekrar. Az kalmıştı ama kollarım beni taşıyamayacak hale gelmişti. Buradan aşağı düşmek korkunç olurdu. Sağ bacağımı hissetmiyorum diyebilirdim. Son bir kez daha tırmandım. Sonra tekrar dinlendim. Kollarıma kramp girdi. Hareket ettirmek çok zordu. Neredeyse çıkışa gelmiştim. Prensin sesini duydum
"Hadi yapabilirsin. Sana elimi uzatacağım sıkı tut tamam mı?"dedi. Yukarı baktım. Benden cevap bekliyordu. Kafamı salladım. Elini uzattı. Onun elini tuttum. Diğer elimle daha yukarıda bir girintiye daha tutundum. Ya düşersem. Kesin ölürdüm. Prens tekrar konuştu
"Diğer elini de ver. Dengeni kaybedersin."dedi. Ona korkuyla baktım. Markus benim ölmeme izin vermezdi. Bir insan olabilirdi ama benim hala ölmemi istemiyordu. Ama bacağına taş saplanırken hiçte öyle olmamıştı Mary. Markus'u unut. Prens kararlılıkla bana bakıyordu. Hadi Mary yapabilirsin. Ayaklarımı iyice sabitledim. Diğer elimle de onun elini tuttum. Ellerimi sıkıca tuttu. Beni birden çekti. Ayaklarımda duvarı hissetmeyince panik oldum. Onca metre yüksekten sallanıyordum. Ayaklarımı tekrar yerleştirmeye çalıştım. Prens bağırdı
"Rahat dur, düşeceksin!"dedi. Düşecek miyim? Ne! Daha da panik oldum. Prens beni çekti. Onun ellerini sıkıca tutuyordum. Prens hayatımı kurtarıyordu. Çok fazla can borcum vardı. Beni kuvvetlice çekti. Belime kadar yukarı çıkmıştım. Beni bir daha çekti. Artık çıkmıştım. Bacağımı delikten çıkardım. Artık daha rahat şekilde kendimi çekerek çıktım. Yere oturdum. Nefes nefeseydim. Titriyordum da. Yüksekte olmayı istemiyordum. Yerin dibinde olmak daha cazipti
"Elim acıyor."dedi prens. Eline baktım. Hala sıkıca onun ellerini tutuyordum. Parmak boğumlarım bembeyazdı. Prensin elleri de kıpkırmızı olmuştu. Utanarak onun elini bıraktım
"Özür dilerim."dedim. Ellerini ovuşturdu. Yanıma oturdu
"Önemli değil. Biraz dinlenelim. Yakınlarda bir cadı var biliyorum. Sonra da onu bulur ve yardım isteriz."dedi. Kafamı salladım. Nefes alışverişlerim giderek yavaşlıyordu. Gözlerimi kapadım ve sakin olmaya çalıştım. Bu yolculuğun eğlenceli, maceralı olacağını düşünmüştüm. Maceralı olduğu kesindi ama eğlencenin yanından geçemezdi. Ya da macera sandığım kadarıyla güzel bir şey değildi. Kendine gel Mary. Senin sevgilin bir Kurtadam. Arkadaşların da cadı. Sen zaten değişik bir alem gördün. Savaşlar bile gördün. Mutantlar da cabası. Burası masallar diyarı. Burada her zaman mutlu son oluyor. Kendini kasma. Eninde sonunda bitecek. Hem de mutlu sonla. Gözlerimi açtım. Artık kendime gelmeliydim. Burası hayali karakterlerin olduğu bir yer. Dev bile tatlı birisiydi. Bir de titiz. Beni iğrenerek çöpe koymasından belliydi. Artık korkmana gerek yok. Rahatlıkla buradan çıkacaksın. Prens yanımda yatıyordu. O da yorulmuştu. Artık beyaz taytından eser yoktu. Gri bir renge bürünmüştü. Benim de iyi halde olduğum söylenemez. Eve dönünce saatlerce duş alacağım. Ama ondan önce eve dönünce bunların hepsinin hesabını soracağım. Hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Beni neden buraya gönderdiler? Bunu düşünmekten çıldıracağım. Sağ bacağımı kendime çektim. Eşofmanı sıvayıp bacağıma baktım. Sarılıydı. Kan da en dıştaki sargıya kadar bulaşmıştı. Asla açmam. Çünkü iğrenç bir görüntüyle karşılaşacağıma eminim. Eşofmanım da kan olmuştu. Tekrar eşofmanımı indirdim. Prens doğruldu
"Gidelim mi artık?"dedi.
"Tamam."dedim sessizce. Ayağa kalktım. O da ayağa kalktı. Tekrar belime girmeye yeltendi
"Hayır gerek yok. Ben yürüyebilirim."dedim. Yine de belime girdi
"Yürürsün de yavaş yürürsün. Hızlı olmamız gerekiyor."dedi. Gülümsedim. Onun omzuna tutundum. Tekrar mağarada ilerlemeye başladık. Prens o kadar da kötü değil. Bana bu kadar yardım etmesini beklemiyordum. Yine prens triperine girer beni aşağılar sanıyordum. Artık ön yargıyı bırakmalıydım. Mağranın bu bölümü daha genişti. Siyah rengindeki kocaman kayalar ne kadar iç ürpertse de daha yeni ki tünelden daha iyimser bakıyordum. Adımlarımız mağrada yankı yapıyordu. Bir de durmadan damlayan suyun sesi bu yankıya eşlik ediyordu. Mağranın içi serindi. Bu çok güzeldi. Biraz daha ilerleyince mağara bitti. Şaşırdım
"Ee cadı nerede?"dedim. Prens belimden çıktı. Karşıdaki duvara ilerledi. Ben de onun arkasından gittim. Duvarı yokladı
"Gizli bir kapı olmalı."dedi. Sonra birden kapı hareketlendi. Korkuyla geri çekildim. Gürültüyle duvar ikiye bölünüyordu. Prens tekrar yanıma geldi
"Sonunda bulduk."dedi. Elini belime attı. Biliyorum bu kadar yakın olmamalıydık ama onun niyeti iyiydi. Kendi prensesini arıyordu. Benim hesap vermek zorunda olduğum bir durum da yoktu. Emir bana karışamaz. Beni bu duruma kendisi getirdi. Duvar ikiye bölündü. İçerideki mumların ışıltıları dışarıya yansıyordu. Prensten yardım alarak kapıdan içeri girdim. Her yerde mumlar vardı. Duvarlar oyularak raf haline getirilmiş ve raflarda da birçok eşya vardı. Arkamızdaki kapı birden kapandı. Korkuyla arkadaki kapıya baktım. Prens de aynısını yaptı. Sesim titreyerek konuştum
"Burada ki bir cadının, iyi bir cadının olduğuna eminsin değil mi?"dedim. Korku fimlerinde de bunlar oluyordu. Kapı kendi kendine kapanıyordu. İçeride kalanların başınada her şey geliyordu. Prens hiç sesi titremeden konuştu
"Evet eminim."dedi. Önüme döndüm. Karşımda bir kadın vardı. Çığlık attım. Prens de önüne döndü. Ben geri geri gitmeye çalıştım. Prens engel oldu. Yoksa oyuna mı geldim? Prens ile bu cadı iş birliğinde olmalılar. Prens samimi bir sesle konuştu
"Merhaba. Uzun süre olmuştu."dedi. Ne! Bunlar tanışıyor muydu? Kadın tek kaşını kaldırdı
"İşin düştükçe geldiğin içindir."dedi. Kadın baştan aşağıya siyahlar içindeydi. Koyu bir makyajı vardı. Çok güzeldi. Cadı olduğu içindir. Cadıların hepsi güzel oluyor. Arkadaşlarımdan biliyorum. Arkasını döndü ve ilerledi. Prensle onun arkasından gittik. Ben de prense hitaben fısıldadım
"Arkadaş çevren genişmiş."dedim. O da fısıltıya karşılık verdi
"Prens olunca her kesimden insanı tanımak zorunda kalıyorsun."dedi. Hava mı attı yoksa yerindi mi? Sanırım hava attı. Sonuçta o bir prens. Tayt giyen bir prens. Tamam Mary sus. Hayatını kurtaranlarla dalga geçmeyi bırakmalısın. Tamam bırakacağım artık. Markus hariç. Onunla sonsuza kadar dalga geçeceğim. Gerçi dalga geçilecek bir yönü yok ama ben yine bir şeyler bulmaya çalışırım. Cadı taştan yapılma bir masanın etrafından dolandı. Biz de onun karşısına geçtik. Cadı konuştu
"Eee bu sefer ne isteyeceksin?"dedi. Konuşma şerefini prense bırakıyorum. Prens konuştu
"Prensesim kayıp. Onu öpmek için sarayına gitmiştim ama bu arkadaşla karşılaştım. Kendisinin buradan olmadığını başka bir yerden geldiğini söylüyor. Zaten benim öpücüğüm olmadan prenses uyanamazdı. Onun prenses olmadığına inandım. Ama ortada benim prensesim yok. Onun nerede olduğunu bize söyler misin?"dedi. Gülerek bana baktı
"Ben de bu değişik giyimli kim diyordum?"dedi. Sinirlendim
"Cadı değil misin bilseydin bir zahmet."dedim. Suç onda bana laf atmayacaktı. Prens mırıldandı
"Sakin ol. Yoksa avcumuzu yalarız."dedi. Yüksek sesle konuşmaya devam etti
"Onun kusuruna bakma. Geldiği yerden olmalı. Biraz terbiyesiz de. Söyle bakalım yardım edecek misin bize?"dedi. Terbiyesiz mi? Şuradan bir gidelim ben sana terbiyesiz kim göstereceğim. Cadı hala bana gülerek bakıyordu. Sinir ediyordu beni. Prense döndü
"10 yeşil yakut karşılığında size yardım ederim."dedi. Ne kadar pahalı birisiymiş. Alt üstü bir yardım. Batın bir cadı olsaydı kesin karşımdaki cadı olurdu. Prens belimden çıktı. Torbayı karıştırdı. Hah ben de işe yarıyormuşum değil mi? Yakutları çıkarıp masaya koydu. 10 tane koyunca torbayı tekrar bağladı
"İşte yakutların. Sıra sende."dedi. Cadı uzanarak yakutları aldı. Eline alıp inceledi. Sonra tekrar masanın üstüne koydu. Prense döndü
"Tamam size yardım edeceğim. Hatta size daha da yardımcı olup prensesin olduğu yere göndereceğim ama son bir şart daha."dedi. Prens telaşla konuştu
"İstediğini verdik daha ne şartı?"dedi. Cadı ciddi şekilde cevap verdi
"Bu kadar yakut ile size yardım ediyorum. Aslında daha pahalı olurdu."dedi. Prens bir iç çekti
"Söyle neymiş şartın?"dedi. Beni işaret parmağı ile gösterdi. Saygısız. Bana bakmadan konuştu
"Benden özür dileyecek."dedi. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ağzımdan refleks olarak
"Asla!"çıktı. Prens de şaşırmıştı
"Özür?"dedi. Cadı elini indirdi
"Bana saygısızlık yaptı."dedi. Kendimi haklı olarak savunmuştum. Buna saygısızlık denmezdi. Bana hakaret eden oydu ama ben saygısız oluyorum. Hayatta özür dilemem. Prens bana döndü. Tatlı bakışlar attı
"Küçük bir özür sadece."dedi. Kaşlarımı çattım
"Haksız olan o neden ben özür diliyorum? Asıl özür dilemesi gerek kişi o."dedim. Prens üsteledi
"Ya sadece iki kelime. Haklı ya da haksız önemli değil."
"Hayır çok önemli."
"Neden önemli?"
"Prensip meselesi."
"Bak sen özür dilersen ben de prensesime kavuşacağım. Sonra sende buradan gideceksin. Özür dilersen sen de kârlı çıkacaksın."
"Cadı mutlu olacağına kârsız çıkmayı yeğlerim."
"Lütfen..."
"Asla özür dilemem boşuna uğraşma."dedim. Hayal kırıklığıyla bakıyordu. Markus'a benzemeye başladığımın farkındayım ama bu konuda kesinlikle ben haklıyım. Hem ona hakaret bile etmedim. Cadı yüksek sesle konuştu
"Tamam bunu sen istedin cici kız."dedi. Ona baktım. Ne diyordu? Ne istemişim? Elleriyle tuhaf hareketler yaptı ve etrafı duman kapladı. Öksürmeye başladım. Hiçbir şey göremiyordum. Ellerimle dağıtmaya çalıştım ama çok yoğundu. Prens de öksürük krizine girmişti. Dumanlar yavaş yavaş dağılmaya başladı. Sonra hepsi kayboldu. Nerdeydik biz? Mağrada değildik. Bir sokaktaydık. İnsanlar gelip geçiyordu. Sokağın sonunda pazar benzeri bir şey vardı. Yanımda içleri patates dolu çuvallar vardı. Prens de kendine gelince etrafa bakındı
"Burası neresi?"dedi. Prensin de bilmediği bir yerdi. Umarım daha başka bir boyuta geçmemişizdir. Sanki özür dileseydim daha mı iyi olurdu? Şimdiden bir suçluluk duygusu hissetmeye başladım. Bir tür kasaba gibi bir yere gelmiştik. Tabi giyimlerinden belli olacak ki eski zamanda bir yerdi. Prens belimden çıktı. Torbaları göz attı. Etrafta dolandı. Kesin kızacaktı. Telaşlı şekilde konuştu
"Burası da neresi?"dedi ve bana kızgınca baktı
"Özür dilesen ölür müydün?"dedi. Altta kalmamam gerekiyor. Yine savunmaya geçtim
"Gayette haklıydım. Yine olsa aynısını yapardım."dedim. Hayır pişmanım işte. Eve daha geç dönmem demek oluyordu bu. Pardon beni buradan Markus çıkaracağı için bir şey kaybetmemiş oluyordum. Prens için aynısını söyleyemem. Aslında kendim için de aynısını söyleyemem. O cadıyı bulmak için başıma gelmeyen kalmamıştı. Gururum yüzünden yine her şeyi mahvetmiştim. Salaksın Mary. Gerçekten özür dileseydin ölür müydün? Markus gibi olmak neyine? Prens önden gitti. Topallayarak onun arkasından gittim. Dar sokaktan çıktık. Düşündüğüm gibi burası bir pazardı. Eski çağ bir pazar. Prens bir tezgahın yanına gitti. Ben de onu takip ettim. Oradaki satıcıyla konuştu
"Pardon burasının neresi olduğunu bize söyler misiniz?"dedi. Satıcı yadırgadı. Bana baktı. Baştan aşağı süzdü. Artık giyinişimle ilgili bir eleştiri daha duymak istemiyorum. Tekrar prense döndü
"Burası Viclent Krallığı'nın pazarı. Yabancı mısınız?"dedi. Prens'in yüzünden telaşlı ifade yok oldu. Sanırım burayı biliyordu. Prens konuştu
"Evet yabancısıyız. Teşekkürler beyfendi."dedi. Bana döndü. Sesini kısarak konuştu
"Burayı çok iyi biliyorum. Prens Viclent benim en yakın arkadaşım. Onun sarayına gitsek hiç fena olmaz. Hem ondan bir at da almam gerek. Yol insanı yoruyorda."dedi. Bana da bir ferahlık gelmişti. Her şeyi mahvettiğimi sanıyordum. Çokta mahvetmemişim. Ve at konusunda da bana hak vermesi beni mutlu etmişti. Yani hak veriyor gibi bir şeydi. Prens devam etti
"Bir at arabasına binersek uzun sürmeden oraya gideriz. Senin de halin kalmadı."dedi. At arabası. Hiç binmemiştim. Yürümüyorsam güzeldir. Yolun karşı tarafına geçip beklemeye başladık. Birkaç tane geçti ama hepsi doluydu. Ve topraklı bir yol olduğu için her seferinde her yer toz duman oluyordu. Sonunda boş bir at arabası geldi. Prens onu durdurdu. Arabanın kapısını açıp ilk önce kendi bindi. Sonra bana elini uzattı. Ben de basamağa basıp onun elini tuttum. Beni yukarı çekti. Bir basamağa daha bastım. Sonra içeri girip kapıyı kapattım. Prens birgün içerisinde çok değişmişti. Kendini beğenmiş birisi gitmiş onun yerine kibar, yardımsever biri gelmişti. İnsan ne kadar çabuk değişebiliyormuş. Karnım acıkmıştı. En son çikolata yemiştim. Üstünden birgün geçmiştir. Saraya gitmemiz iyi oldu. Karnımı güzelce doyururum. Bir duş bile alırım. Gerçekten hayali de güzeldi. Puslu camdan dışarıyı seyrettim. Eve dönmek istiyorum. Yabancı yerler, yabancı insanlar beni yordu. Hala aklıma geldikçe çıldırıyorum. Beni buraya en yakın arkadaşlarım gönderdi. Tanıdıklarımın yaptığını yabancılar yapmıyor en azından. Hepsine bunu en ağır şekilde ödeteceğim. Gözlerimi kapadım. Birazcık kestirmekten zarar gelmezdi.

BLOODY MARY 2Where stories live. Discover now