Bölüm 21

3.5K 268 26
                                    

Yine yatağa düşmüştüm. Geniş bir odaydı. Bu oda kimindi? Bunu öğrenmek yerine buradan gitmek istiyordum. Oda tam da benim zamanıma aitti. Normaldi. Koltuk, halı, perdeler. Yataktan doğruldum. Odanın içinde bir kapı vardı. Soldaydı. Ve oradan su sesleri geliyordu. Birisi duş alıyordu. Ya erkekse?! Hemen gitmeliyim. Yataktan kalktım. Soldaki kapı açıldı. Kalbim küt küt attı. Saklansam mı? Nereye saklanacaktım. Zamanım yoktu. Kapıdan biri çıktı. Markus! Altında beline sardığı bir havlu vardı. Üstünde bir şey yoktu. Ellerimle gözlerimi kapadım. Şaşkınlığımı gizleyemedim
"Markus!?"dedim. Yüzünü göremiyordum. Eminim o da çok şaşırmıştır
"Mary? Sen nasıl? Bir dakika bekle üstümü giyinmeliyim."dedi. Ona duyduğum nefret aklıma geldi. Banyoya geri girmişti. Onu asla beklemeyeceğim. Buradan gitmem gerek. Ellerimi gözlerimden çektim. Odanın kapısına koştum. Kapıyı açmaya çalıştım ama açılmıyordu. Kilitliydi. Anahtarı bulmalıyım. Etrafta anahtarı aramaya başladım. Masaların üstüne baktım. Markus'un sesini duydum
"Bir yere gitme! Sana bekle dedim."dedi. Bir de onun dediklerini yapacakmışım. Beni gökdelenden atanın sözünü niye dinleyeyim. Hiçbir yerde anahtarı bulamadım. Ama çaprazımdaki masanın çekmecesi vardı. Belki oradadır. Çekmeceyi açtım. İşte karşımdaydı. Anahtarı kapıp tekrar kapıya koştum. Anahtarı anahtar kilitine soktum. Anahtarı çevirdim. Açılmıştı. Kapıyı açtım. Belime dolanan kollarla kapıdan kaçamadım. Markus'un kolları. Beni geri geri çekmeye başladı. Bende bağırmaya
"İmdatttt! Kurtarın beni!"dedim. Beni sertçe çekti. Daha sonra beni bırakıp kapıya koştu. Kapıyı tekrar kilitledi. Onun yanına koştum. Kilitlemesine engel olmaya çalıştım. Anahtarı elinin içine alıp yumruk yaptı. Elini arkasına götürdü
"Bir yere gidemezsin."dedi. Şimdi fark ettim. Üstüne tişörtünü giymemişti. Acele etmiş olmalı. Ona bağırdım
"Bana emir verme. Buradan gideceğim. Ver o anahtarı."dedim. Emin tavrıyla devam etti
"Bana emir verme."dedi. Dediğimi tekrar ediyor ve yine beni sinirlendiriyordu. Ona çok kızgın ve kırgındım. Onunla konuşmak dahi istemiyordum. Evet konuşmayacağım onunla. Sinirle arkamı dönüp yanından uzaklaştım. Yatağın yanına gittim. Üstüne oturdum ve beklemeye başladım. Neyi bekliyordum? Beni neden gökdelenden attığının açıklamasını mı yapacaktı? Cevabı çok basitti. Canı öyle istemiştir. Bu tarafa doğru geldi. Onu boğmak istiyorum. Yanıma oturdu. Ondan mümkün olduğunca uzağa oturdum. Gülüş sesini duydum
"Küs müyüz?"dedi. Gel beni boğ diyordu. İnat değil mi konuşmayacağım. Bir iç çekti
"Sana açıklama yapmak zorunda değilim. Ne de olsa sana kötü davranmamı istiyordun değil mi?"dedi. Hayır açıklama yapmalıydı. Kötü davranmasını istememiştim. Kendini kötü biri olarak tanıtmıştı ama öyle davranmıyordu. Her neyse kısaca ona karşı nefret duygusunun zirvelerini hissediyordum. Ayağa kalktı. Karşıdaki masanın önüne gitti. Üstündeki telefonu aldı. Daha sonra birisini aradı. Telefonu kulağına götürdü. Telefonun diğer ucundaki sesle konuşmaya başladı
"Ben Markus...Numaran uzun süredir bendeydi zaten... Şuan bu konudan daha önemli konular var. Mary bir yolunu bulup buraya döndü. Şimdi geldi. Benim odam da. Onu ne zaman getireceğim?...Daha biteremediniz mi?...Beni ilgilendirmez akşam 6 da evine gelecek. Bir de bebek bakıcılığı yapamam."diyordu. Bebek bakıcısı mı? Kendisi o kadar olgun ki birilerini binalardan aşağı atıyor. Kimle konuşuyor bu? Kesin bizimkilerden. Bana uzun uzun açıklamalar yapmaları gerekecek. Devam etti
"Kaçmaya çalışıyor zaten onu daha fazla tutamam."dedi. Normal olan bu bir kere. Bana döndü. Yanıma geldi. Telefonu uzattı. Kafamı başka tarafa çevirdim. Sinirlendi
"Al şu telefonu."dedi. Ona nefretle baktım
"Bana sesini yükseltmeye hakkın yok. O her kimse onunla konuşmayacağım."dedim. Telefonu tekrar kulağına götürdü
"Duydun onu konuşmak istemiyor."dedi. Bıkkınca nefes aldı. Tekrar uzattı telefonu
"Konuş şununla senin nazını çekemem."dedi. Son noktaya gelmiştim artık. Onun elinden telefonu aldım. İlk önce telefondaki kişiden sinirimi çıkaracaktım
"Evet?"
"Mary ben Güney. Bize çok kızgınsın anlıyorum..."
"Evet kızgınım. Affetmeyeceğimde. Hadi görüşürüz."dedim ve telefonu kapadım. Markus'a döndüm. Soğuk bakışlarını atıyordu. Ona bağırdım
"Hala suçsuzmuşussun gibi davranmayı kes! Bana bağırma ya da emir verme. Çabuk anahtarı ver."dedim. Gözlerini devirdi
"Hayır."dedi. Günah benden gitti
"Hayır mı? Öyleyse bunu sen istedin."dedim ve elimdeki telefonu karşımdaki duvara fırlattım. Duvara çarpıp yere düştü. Parçalara ayrılmıştı. Camı artık yoktu. Hiçbir tepki vermedi. Ona tekrar bağırdım
"Ver dedim."
"Hayır."dedi. Çıldıracağım artık. Sinirle tekrar yatağa oturdum. Burada kalmak istemiyorum. Yanımdan gitti. Dolabını açtı. Bir tişört aldı ve giydi. Dolabı kapattı. Tekrar bu tarafa doğru geldi. Bir sandalye alıp karşıma geçti. Sandalyenin üstüne oturdu ve bana yine sinir bozucu bakışlar atmaya başladı. Yavaş bir sesle konuştu
"Üstündeki elbise sana yakışmış."dedi. Ne alaka? Bunu bu rahatlığı öldürecek beni. Onu umursamadım. Zaten dalga geçmişti. Bana asla iltifat etmez. Tekrar konuştu
"Bacağındaki yaraya bakabilir miyim?"
"Defol git."dedim istemsizce. Bana daha yeni bağırıyorken şimdi beni umursuyor gibi yapıyordu. Alaycı şekilde güldü
"Alt üstü masallar alemindeydin. Bu yaraları yapmayı nasıl becerdin?"dedi. Onun sesini dahi duymak istemiyorum. Kulaklarımı kapadım. Bana gülerek bakıyordu. Hala eskisi gibi davranamazdı. Bana yaptığından sonra buna hakkı yoktu. Saçları hala ıslaktı. Tişörtünü ıslatıyordu. Koyu yeşil bir tişört giymişti. Kafasını kaşıdı
"Aç mısın?"dedi. Sesi boğuk gelmişti ama onu duymuştum. Ona cevap vermedim. Ayağa kalktı
"Açlıktan öl umrumda değil."dedi. Umrunda değilsem bana soru sorma o zaman. Umrunda olmadığımı biliyordum. Umrundaymışım gibi davranması insanı çileden çıkarıyordu. Kapıya gitti. Anahtarı çıkardı ve kiliti çevirdi. Kapıyı açtı. Dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Bunu o istedi. Hemen ayağa kalktım. Buranın altını üstüne getirecektim. Banyoya gittim. Bir makas bulup içeri döndüm. Yatağın yanına gittim. Örtüyü elime alıp kesmeye başladım. Delik deşik ettim. Yastığı da yırtıp içindeki pamukları çıkarıp etrafa saçtım. Perdelerin yanına da gittim. Ve perdeleri kesmeye başladım. Kesilen kumaşları yere attım. Onun kesin kızacağı bir şey biliyorum. Kıyafetlerini kesecektim. Fazla mıydı? Birkaçını keseyim o zaman. Dolabına gittim. Elime gelen 5-6 tişörtü alıp onları da kestim. Birkaç da pantalon aldım. Onlara da değişik imajlar vermeye çalıştım. Yırtıklar yaptım. Dolabı kapattım. Mat bir beyazdı ve güzel bir dolaptı. Mahvolacak olması ne kadar kötü. Makasla dolabın üstüne ismimi kazıdım. Kapı açıldı. Suç üstü basılmışım gibi geldi. Markus içeri girdi. Etrafa bakındı. Niye şaşırmıyor bu? Kapıyı kapattı ve anahtarla kilitledi. Anahtarı cebine attı. Elinde yemek tabağı vardı. Bir şey demeden masanın oraya gitti. Bende kazıma işlemlerime kaldığım yerden devam ettim. Çiçekler, kalpler çizdim. Markus yanıma geldi. Yaptığıma çalışmaya göz gezdirdi. Biraz sonra da konuştu
"Makası alabilir miyim?"dedi. Böyle kibar konuşarak onu affedeceğimi mi sanıyor? Onu dinlemedim. Makasla dolaba daha derin çizikler atmaya devam ettim. Pes edip gitti. Banyoya girdi. Ne yapacak? Ve bunun gelgitleri beni korkutuyor. Bir ara normal davranıyor. Bir ara nefret ediyor. Tekrar geldi. Elinde daha büyük bir makasla geri döndü. Yanıma geçti. O da dolaba bir şeyler çizmeye başladı. Onun yanında şaşırma Mary. Sinirle onun yanından ayrıldım. Yırtık pırtık olan yatağa oturdum. Dağıtmışım gerçekten. Acaba onun cebinden anahtarı alabilir miyim? Denesem mi? Hayır ona yakalanırım. Hem anahtarı aldım diyelim. Daha kaçamadan beni yine tutar. Somurtarak beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra elindeki makası masanın yanındaki sandalyenin üstüne attı. Bu tarafa doğru geldi. Şimdi hangi halindeydi. Sinirli mi? Uysal mı? Yerdeki uzun bir perde parçasını eline aldı. Karşıma dikildi
"Çalışmaların her ne kadar hoş olduysa da seni bağlamam gerekiyor."dedi ve kollarımı aniden tuttu. Kollarımı ondan çekmeye çalıştım. Bacağına da tekmeler attım. Bir kolumu kurtarmıştım. Diğer kolumu da kurtarmaya çalıştım. İyice eğildi. Beni bağlayamaz, izin vermem. Dizlerimi onun karnına dayadım. Üstüme doğru geliyordu. Yatağa yatmak zorunda kaldım. Bileğimi çok fazla sıkıyordu. Ona bağırdım
"Bırak beni bırak!"dedim. Bu otelde kimse yok muydu? Bileğim acımaya başlayınca dişlerimi onun koluna geçirdim. Bırakmak zorunda kaldı. Karnına son bir tekme daha atınca uzaklaştı. Biz kavga ederken anahtar yere düşmüştü. Şuan karşımda. Bu onun farkında değildi. Gözlerimi oraya diktim. O yorulmuşken anahtarı kapıp kaçmalıydım. Yataktan atladım. Markus da hareketlendi. Anında yerdeki anahtarı aldım. Beni belimden çekince sırtüstü düştüm. Yerden kalmaya çalışırken o da üstüme doğru geldi. Yumruk yaptığım elimi tutup parmaklarımı aralamaya çalıştı. Bir yandan onun elini elimden çekmeye çalışıyordum. Bir yandan da parmaklarımı açmamak için tüm çabayı sarfediyordum
"Yeter artık."dedi ve elimi sertçe açtı. Anahtarı hemen kaptı. Anahtarı öylesine bir yere fırlattı. Takip edememiştim. İki elimi birleştirmişti. Bileklerimden tutuyordu. Ona tekme atamıyordum çünkü tam dibimdeydi. Debelendim ama işe yaramadı. Tek eliyle ellerimi tuttu. Uzanarak bir kumaş parçası aldı. Hızla onu bileklerimin etrafına sardı. Ellerimi yukarı aşağı kaydırmaya çalıştım. O ise ellerimi daha da sıkı tuttu. Sonunda ellerimi bağlamıştı. Kördüğümden bile daha beter bir düğüm attı. Derin bir nefes aldı. Bunu belki hak etmiş olabilirdim ama yaptığım şeyi de o hak etmişti. Bir kumaş parçası daha aldı. Bacaklarıma yöneldi. Buna hiç izin vermem. Ayağa kalktım. O da kalktı. Bu sefer kaçmama fırsat vermeden beni kollarımdan tuttu ve yatağa itti. Tekrar kalkmaya çalışırken iki ayak bileğimde onun ellerinin arasındaydı. Yine sert bir tutuş. El çabukluğu ile yanındaki kumaşı alıp sarmaya başladı. Savunmasız kalıp bir şey yapamamak çok kötü. Aferin Mary. Şimdi tamamen burada mahsur kaldın. Hiç yırtmamalıydın bunları. Kendi sonumu hazırladım resmen. Beni ne diye bağlamıştı hem? O kadar da asi davranmıyordum. Beni bıraksa, buradan gitsem hiçbir sorun kalmazdı. Karşıma geçti
"Nasıl olsa benle konuşmayacaksın bu yüzden ağzını bağlamama gerek yok."dedi. Mümkün olduğu kadar uzağımda olunca avazım çıktığı kadar bağıracaktım. Yine yanıma oturdu. Isırdığım kolunu ovuşturdu. Dişlerimin izi çıkmıştı. Bembeyaz tenine biraz renk katmıştım. Bu da güzeldi. Saçlarım da dağılmıştı. Önümdeki saçları elimle ittim. Suratımı asıp önüme baktım. Yanımdan kalktı. Karşıma geçip, çömeldi. Elini bacağımdaki sargıya götürünce bacaklarımı kendime çektim. Ayak bileklerimden tutup o da kendine çekti. Onun elinden kurtarmaya çalıştım ama yine olmuyordu. Markus'a bağırdım
"Dokunma!"dedim. Bana bakmadan konuştu
"Şşş bağırma. Sadece yarana bakacağım."dedi. Konuşmamak elde değildi. Ona sesimi yükseltmeye devam ettim
"Umrunda değilsem benim yaralarım seni ilgilendirmez. Bırak bacağımı."dedim. Bıkkınlıkla ayağa kalktı
"Çocuk değilsin Mary. Şu tavırları bırak artık."dedi. Yalancı bir gülümseme takındım
"Beni durduk yere kaçırıp daha sonra da binadan aşağı atan birine nasıl davranmam gerekiyordu acaba?"dedim. Kaşları havaya kalktı
"Hala bunun için mi kızgınsın?"dedi. Ona tekrar bağırdım
"Beni gökdelenden attın! Öleceğimi sandım!"dedim. Kenardaki sandalyeyi alıp karşıma koydu. Sonra da oturdu. Yine ciddi bir tavırla konuşmaya başladı
"Bana bunun için kızgın olamazsın. Ben yaparım. Sana her istediğim şeyi yaşatabilirim. Bana güvenmemen gerekiyor. Güvenmiyorsun da zaten. Neden kızgınsın anlamıyorum?"
"Çünkü sana güveniyorum. Bana böyle bir şey yapmayacağını sanıyordum. Bana ters ters cevaplar veriyorsun, aşağılıyorsun biliyorum ama bu sensin. Ama beni oradan atacak kadar da kötü birisi değildin. Sana güvenmemi sağladın. Sana bu yüzden kızgınım."dedim. Gerçekten böyleydi. Ona olmayacak derecede güveniyordum. Donup kaldı. Bunu beklemiyordu. Toparlandı
"Ben sana güven filan vermedim."
"Verdin. Benim hayatımı kurtardın, bana hayat verdin. Bunların aynısını sen de söylemiştin. Bana karşı böyle davranan birine nasıl olurda güvenmem."dedim. Bakışlarını benden çekti. Etrafa bakınarak konuştu
"Bunlar için güveniyorsan senin problemin. Kimse bana güvenmez. Aynısını yap. Güvenme bana."
"Çünkü herkesin hayatını kurtarmıyorsun, ya da birisi için güçlerini vermiyorsun. Bunu sadece benim için yaptın. Sana güvenmek zorundaydım."dedim. Gülerek baktı
"Artık güvenmediğine göre istediğim şeyi başarmışım demektir. Güvenmiyorsun değil mi?"
"Evet."dedim. Kafasını salladı. Sandalyeden kalktı. Biraz önce masaya koydu yemeği alıp geldi. Yanıma bıraktı
"Acıktığın da yersin. İşlerim var. Birkaç saate dönerim."dedi. Gidecekken tekrar döndü
"Ellerini çözeceğim ama bir şey yapmayacağına söz ver."dedi. Sustum, konuşmadım. Konuşmak istemiyordum. Sırf ona güvenmemem için beni aşağı atmıştı. Kalbim kırıldı. Bunu yapacak kadar kötü olduğunu bilmiyordum. Eğilip ellerimdeki ipi çözdü. Sonra da ayak bileklerimdekini. Tekrar ayağa kalktı. Bir şey demeyip kapıya gitti. Boşuna o kadar debelenmişim. Nasıl olsa çözecekmiş. Etrafta bir şey aradı. Sanırım fırlattığı anahtardı. Buldu. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Sonra da kapıyı kapattı ve kilitledi. Önüme döndüm. Ayağa kalktım. Banyoya gittim. Geniş bir banyoydu. Lavaboya gittim ve musluğu açtım. Akan suyu avuçladım ve yüzüme çarptım. Birkaç kere daha yaptım. Musluğu kapadım. Kenardaki havluya uzandım. Havluyu alıp yüzümü sildim. Banyodan çıkıp odaya girdim. Topla kendini Mary. Onun için üzülmene değmez. Hayır değer. Benim için güçlerinden vazgeçti. O kadar güçlü bir varlıkken şimdi bir hiç oldu. Bu yaptığının benim için anlamı çok büyüktü. Benim için fedakarlık yapmıştı. Ona güvenmekten başka çarem yoktu. Güvenimi sarsmıştı ve bundan mutluluk duyuyordu. Bu kadar kalpsiz değildi. Pencereye doğru gittim. Sandalyeyi pencerenin önüne koyup üstüne oturdum. Dışarıyı seyretmeye başladım. Ana yola bakan bir pencereydi. Kaldırımda kimi koşan, kimi yürüyen insanlar vardı. Arabalar ise sınıf farkını umursamadan bir yere yetişme çabasındaydı. Mağazalar, kafeler. İçinde oturup gülüşen insanlar. Kıyafet seçen kızlar. Benim dışımda her şey normaldi. 20 dakika öncesine kadar bir prens ve prenses ile beraberdim. Durumuma gülesim geldi. Hayatım o kadar saçmaydı ki. Hayali sandığım birçok varlığın artık anılarımda bir yeri vardı. Kurtadamlar, vampirler, cadılar, mutasyonlar. Şimdi de Uyuyan Güzel, Prens Christian, çikolatadan ev, dev. İşin şanslı tarafı çocuklarıma anlatacak o kadar çok hikayem olacak ki. Tabi çocuğum bana inanmayacak. Orası da ayrı bir konu. Ben de bir masalmış gibi anlatırım olan biten her şeyi. Kafamı pencerenin yan kirişine dayadım. Gözlerimi kapadım. Daha fazla başıma ne gelebilirdi? Bir uzaylı istilası? Olabilirdi. Kesin uzaylı bir eşim de vardır. Birgün ziyarete de onun yanına giderim. Sonra Star Wars olur. Yine savaşlar, yine heyecan, yine atraksiyon. Ve yine benim giyinişimle dalga geçecek birkaç uzaylı da mutlaka olur. Tabi Emir'in eşini de unutmamak gerekir. Beraber lazer kılıçlarıyla oynarız. Bunlar artık o kadar normal geliyor ki. Psikolojim uzun süredir meydanda yok. Beni bırakıp gideli uzun zaman oldu. Kendimi hayallere fazla kaptırdım. Uyku da hayallerin yanın da geldi. İkisi bir arada çok tatlı oluyordu. Onların oyunlarına ben de dahil olup uykuya daldım.

BLOODY MARY 2Where stories live. Discover now