Bölüm 43

1K 84 78
                                    

Büyük Cadı'nın kısık sesini duydum
"Cadı olan ben olsam da büyülendim. Yüzü muhteşem."dedi. Kendimi istemsizce Markus'u incelerken buldum. Her şeyi aynıydı. Kusursuz bir yüz ve korkutucu havası. Kendini tanıtmasının ardından 2 dakika geçmiş olabilirdi. Sessizlik her yerdeydi. Christian Markus'u dikkatle izliyordu. Ama o soğuk gözlerin arkasında bir şey bulamadığına kanaat getirmiş olmalı ki bir adım öne çıkıp selamını verdi
"Ben Redmont krallığının veliahtı Prens Christian."dedi ve ayağa kalktı. Samimi bir gülümseme ile onu izliyordu Markus. Ellerini önünde birleştirdi ve konuştu
"Sanırım bu olağanüstü durumda konuya hemen girsem iyi olacak. Sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum." dedi. Onun sevimli davranma girişimlerine rağmen Christian soğuk sesiyle karşılık verdi
"Kabul edebileceğimiz bir anlaşma olması dahilinde bu teklifinizi tabii ki değerlendirebilirim. Anlaşmayı açıklar mısınız?" dedi. Gözlerini kapayıp soğumaya başlayan havadan bir nefes çekti içine. Gözlerini açtı ve eski sempatik duygulardan yoksun ciddi bir ifadeyle baktı
"Anlaşma şartları: Benim istediğim kişiyi bulmama engel olmayacaksınız ve ben de kimseye herhangi bir zarar vermeden..." o anda yan tarafta kanlar içinde yatan iki muhafızı gösteriyordu "istediğim şeye ulaşıp bu boyuttan ayrılacağım."dedi. Yerde yatan cesetlere bakış atan Christian yavaşça kafasını tekrar kaldırıp
"Anlaşma bu kadar mı?" dedi. Markus dudağını büktü
"Evet çok basit ve net değil mi?" dedi. Kafasını hafifçe salladı Christian.
"Haklısınız. Şimdi ise kendi teklifimi öne sürmek istiyorum. Teklifim şu : Buradan birisini almanıza en katı şekilde karşı konulacaktır. Sizin de zarar görmemeniz ya da zamanınızı boşa harcamamanız için burayı terk etmenizi talep ediyorum."dedi. Gözlerini küçümsemeyle kıstı Markus. Eğleniyor olduğu her halinden belliydi. Bir savaş olacaktı bu kaçınılmazdı. İşler çok büyük çıkmaza girdi. Markus karşılık verdi
"Karşı teklifiniz biraz beni düşündürse de pek ilgilenemeyeceğim malesef. Sonuç olarak size karşı savaş bayrağını çekmem gerekiyor." dedi ve elini iki yana açtı. Ayaklarının altından etrafa yayılan bir karanlık vardı. Karanlık zeminde hızla yayılıyordu. Çimleri, taşları, ağaçları yutuyordu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Korkuyla yayılan bu karanlığın neye sebebiyet vereceğini merakla izliyordu. Karanlık ova boyunca yayıldıktan sonra yerden boyunca yükselen karartılar vardı. Biçimsiz şekillerdi bunlar. Tabi bunlar biçim aldılar, herbiri bir şövalye hatlarına sahip bir kısmı atlı bir kısmı atsız olacak şekilde karanlıktan oluşan bir ordu karşımızdaydı. Bir gölge gibiydiler, yüzleri, herhangi bir hayat belirtisi yoktu sanki. Sadece savaşmak için az önce karanlık tarafından oluşmuş birer kuklaydılar. En öndekilerin elinde bir flama vardı. Bayrak sadece siyahtı. Markus karşısında donan küçük çaplı orduya tekrar seslendi. Bu kez konuştuğu kişi Christian değildi, hepimizdik. Tehditkar sesini neşeli haliyle birleştirmişti
"Kusura bakmayın henüz logo tasarımı yapacak fırsat bulamadım. Bunu kısa zamanda halledeceğim, oldukça kısa zamanda." dedi. Arkamdaki askerlerden bir takım mırıltılar duyuyordum ve izlenimime göre korkmuşlardı. Şuan ben de korkudan put kesilmiştim kime ne diyorum. Markus'la yüz yüze konuşabilme imkanım olsa, hatıraları canlandırabilirdim belki. Hiç umudum yok ama diğer yolu düşünürsek yani savaşı, bu daha da hiç umut olmayan bir yoldu. Cesaretini topla Mary. Sadece onun seni tanımasını sağlayacaksın ve de aşık olmasını. İkinci olanı nasıl yapacağım hiçbir fikrim yok ama denemem lazım. Viclent'a eğilip bir şey söyleyeceğim sıra Markus'un sesi tekrar yükseldi
"10 dakika izin veriyorum. Son hazırlıklarınız için tabi bana karşı pek bir etkisi olduğu söylenemez ama bu centilmenliği size tanıyorum."dedi ve elini havaya kaldırıp parmakları ile çizdiği dairelerin ardından yerden sesler gelmeye başladı. Bizden uzaklaşıyorlardı, aradaki mesafeyi artırıyordu yerin içinden yer çıkıyordu. Karşımızda uzaklaşan büyük ordu ve ellerini arkada birleştirip yüzünde mimik olmamasına rağmen o üstten bakan bakışlarının etkisini yine de bir şeklide yaratan Markus ile birlikte bizden bir hayli uzaklaştıktan sonra yerden gelen gürültüler durdu. Bizde oluşturduğu hafif deprem etkisi de bununla beraber geçince herkes girdiği şok durumundan yavaş yavaş çıkıyordu. Christian bize döndü ve gözleri ile Viclent'ı aradı. Hemen bulmasının ardından benim gözlerimle miğfere rağmen yine de buluşan gözleri hayal kırıklığını gizleyemedi. Komutanı ile birlikte yanımıza geldi. Karşımızda durunca komutana
"Savaş hali durumu bu, ne yapman gerektiğini biliyorsun, mümkün olduğu kadar asker ve kılıç, mızrak, balta, savaş malzemesi olarak ne varsa ayarla işte. Hadi, hadi elini çabuk tut." dedi ve komutan yanımızdan koşar adımlar ile uzaklaştı. Viclent'a döndü ve hızlıca konuştu
"Sana onu getirmemeni söylemiştim. Nasıl yaparsın bunu?" dedi. Viclent kendini savunacağı sıra araya girdim
"Çünkü bir planım var. Onu yenme ihtimalimizin olduğu bir ihtimal. Şuan ne yaparsak yapalım yenileceğiz. Karanlıktan ordu yapan birisi var karşımızda, sınırsız askeri yani. Biz eninde sonunda tükeneceğiz bu kaçınılmaz. Ama benim dediğimi yaparsak eğer...."
"Ne yaparsak? Mary lütfen uzatma şuan kafam o kadar dolu ki net şeyler söyle bana."
"Tamam, tamam özür dilerim haklısın. Onu kendime aşık etmeyi düşünüyorum." dedim. Donup kaldı karşımda. Diğer iki cadı da bana hayretle bakıyordu. Christian gözlerini kapadı
"Şaka olmalı bu." dedi. Elini tuttum
"Hayır bu kıyamet çok önceden başlayacaktı ama bana aşık olduğu için yapamadı. Bunu eskiden başardım eğer yine bana aşık olursa bunu yine engelleyebilirim."dedim. Hala şaka yapmamı diliyor gibi bakıyordu
"Mary, Markus'tan bahsediyoruz. Şu kendini kader belirlemeye adayan bir caniden."
"Evet haklısın ama onun içinde asla sönmeyen küçük bir iyilik de var. Bak eğer onunla konuşmama izin verirsen..."
"Ne!!?? Mary sen neden bahsediyorsun. Sen, sen..." dedi ve sesini kıstı "Sen onun eşisin bunu fark ederse ne olacağını biliyoruz. Seni ondan olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorum sen ise bana diyorsun ki..."dedi ve derin nefesler alarak arkasını döndü ve kendi kendine söylendi. Viclent elini omzuma koydu
"Christian lütfen sakin ol ve düşün. Bunun olmasını biz de hiç istemiyoruz. Bilmem belki ben senden daha fazla istemiyor bile olabilirim. Ama diğer seçenek olduğu takdirde Mary'i ondan nasıl uzak tutacağız? Ve bir de halkın var. Onları da düşün."
"Düşünüyorum!" dedi bize dönerek
"Şuan bunlar dışında hiçbir şey geçmiyor aklımdan. Kimseyi feda etmek istemiyorum. Hiç kimseyi..." dedi. Gözleri dolar gibi olmuştu ama hemen topladı kendini. Şuan bu durumda bir kralın ağlaması halkın psikolojisi için hiç iyi olmazdı. Güçlü olmak zorundaydı. Onun omzundaki yükleri görebiliyorum ve ağırlığı benim de omzumu aşağı çekiyor gibiydi. Ona güven vermeliyim. Şuana kadar ki en kendine güvenen hissini onlara vermem lazım.
"Christian, bunu yapacağım, inanıyorum. Bana bir şey olmayacak. Benim onu eşi olduğumu öğrenirse bana aşık olması da çok daha yakın demektir. Beni hatırlamasını istiyoruz zaten. Ve beni savunmasız şekilde öldürmeye çalışacağını da sanmıyorum. Ne kadar değişirse değişsin onun bazı karanlık yanları hep aynı tonda karanlık olarak kalacak. Ve bu noktaları çok iyi biliyorum. Burada alınmayın ama Markus'la en yakın olanınız benim ve elimizdeki bu muhteşem şansı tepecek değiliz ya. Onunla kısa bir konuşma yapacağım sonrasında umarım bunlar bitecek. Bana güven lütfen."dedim. Gözlerime aralıksız bakıyordu. Sanki son kez baktığını düşünüpte bu anı mümkün olduğunca uzatmak ister gibi. Büyük cadı da söze karıştı
"Christian ben onu kolluyor olacağım. Ve Vanessa da. Savaş son seçenek olmalı. Süre daralıyor hem Mary bize süre tanımış olacak. Bir şey kaybetmeyeceğiz." dedi. Yere baktı Christian. Elini yumruk yaptı ve Viclent'a baktı
"Onu güvenli bölgeye kadar götür sonra oradan ayrılma. Mary dönene kadar oradan ayrılma. Lütfen." dedi. Emir verdiğini düşünerek sonuna lütfen eklemişti. Karşısındaki de kraldı ve onun hassasiyeti de önemliydi. Viclent kafasını salladı.
"Onu tekrar sana getireceğime söz veriyorum." dedi. Gülümsedim Christian'a. Bu verdiğim güvenin yersiz olmamasını çok istiyorum. Markus'u kendime aşık etmem lazım. Bana acil bir plan lazım. Emir'i de düşünerek davranmam gerekiyordu. Onun da kırılmaması gerekiyordu. Ama bir şekilde Markus'u tekrar eski haline döndürmem gerekiyordu. Viclent koluma girmişti ve kalabalıktan uzak bir yere doğru gidiyorduk. Markus'un ordusuna doğru yürüyorduk ama daha çapraz şekilde ilerliyorduk. Durduk ve bana döndü tamamen. Hemen sarıldı. Bu kez Emir'in mavi gözlerine bakmama fırsat olmadan sarıldığı için onun Emir'e çok benzediğini unutup tamamen başka birisi olduğunu kabul ettim ve içtenlikle sarıldım. Onları hayatta tutmalıyım. Mary yine 'her şey' senin elinde. Resmen bir evren sana bağlı.

BLOODY MARY 2Donde viven las historias. Descúbrelo ahora