-55-

129K 5.6K 2.3K
                                    

Gökyüzünde yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayan yıldızlar, oldukça parlak gözüküyordu. Tahmin ettiğim gibi yağmur yağmış, ama bir süre sonra durmuştu. Arabanın giderken çıkardığı o alçak sesler dışında bir ses duyulmuyordu. Karanlık, etkisini göstermeye başlıyordu.

Yavaşça saatime baktım. Akşamın sekizine geliyordu. Normalde araba yolculuklarını sevmeme rağmen, şu an sanki günlerdir yoldaymışız gibi hissediyordum. Neden böyle olduğunu anlayamıyordum. İçimde anlam veremediğim bir his vardı.

"Buradan sağa dönüyoruz değil mi?" diye sordu David.

"Evet." diye cevap verdim. Arabayı sağa döndürdü.

Yaklaşık bir saat sonra nihayet ev gözükmüştü. Mutlulukla yerimde kıpırdandım. David hafifçe gülümsedi.

"Sen araba yolculuklarını sevmez miydin? Ne bu heyecan?" dedi yola bakarak gülümserken.

"Bilmiyorum." dedim. İçimdeki o anlam veremediğim hissi tarif edemiyordum.

David evin bahçesindeki bir yere arabayı park etti. Hemen emniyet kemerimi çıkartarak arabadan çıktım. Arabanın arkasına koyulan bavullardan kendiminkini aldım ve evin kapısının önünde durdum. Anahtarlığımı çıkararak bu eve ait olan anahtarı aradım. Birkaç denemeden sonra uygun olan anahtarı bulunca kapıyı açtım.

İçerisi oldukça temizdi. Babam eğer kaza geçirmeseydik buraya geleceğimizden, bir temizlikçiyi arayıp evi temizletmiş olmalıydı.

Ama soğuktu. Oldukça soğuktu. Ya da ben öyle hissediyordum.

Uzun zamandır buraya gelmemiştim. O yüzden burayı çok özlemiştim. Bu büyük evi, buradaki odamı, anılarımı... Özlemiştim.

Ben içeri girince diğerleri de arkamdan geldi ve kapıyı kapattık. Salondaki siyah ve beyaz olan koltuklara oturdular. Tek kişilikler beyaz, çift kişilikler ise siyahtı. Salonda bir tane büyük hd televizyon, ve televizyonun üstüne durduğu bir masa vardı. Daire oluşturacak biçimde yerleştirilmiş koltukların ortasında yine beyaz bir sehpa vardı. Yerdeki tüylü siyah halı da odaya bir hoşluk katıyordu. Oda zaten siyah-beyaz ağırlıklıydı. Ama sehpanın üzerinde duran ve oldukça gerçek görünen kırmızı yapay güller; havayı değiştiriyor, yumuşatıyordu. Çiçeğin etrafında dört tane küçük pempe mum vardı.

Onlar oturunca mutfağa doğru yürüdüm. Buzdolabının kapağını açarak içine baktım.

Boştu.

Salona dönerek ben de koltuğa oturdum.

"Buzdolabı boş. Alışveriş yapmamız gerekecek." dedim.

"Biz hallederiz." dedi Mandy James'in elini tutarak.

"Ama şu an zaten yemek yemek önceliğimiz değil. Olmasa da olur. Değil mi? Yarın gidersiniz." dedi Michael.

"Evet. Ama ben acıktım galiba. Ne yapsak?" diye sorduğumda hepsi sustu. Bu susunluklarını anlayamasam da aklıma gelen düşünceyle ürperdim.

Kan.

Acıkmıştım. Ama bu yemeklere felan değildi. Kanaydı. Ama şu anda inanılmaz derecede korkuyordum. Kanla beslenmek istemiyordum.

"Ya da o kadar aç değilim. Hatta ben eşyalarımı yerleştireyim." diyerek hızla ayağa kalktım.

"Jenna." dedi David. Durdum ama onlara bakmıyordum. Arkam onlara dönüktü.

"Beslenmelisin." diye devam etti David. Onlara doğru dönerek zoraki bir şekilde gülümsedim.

"Hayır. Aç değilim." dedim. Daha az önce açım dediğime bakılırsa bu hiç de inandırıcı gelmiyordu tabii.

Gizemli KasabaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin