27.BÖLÜM

1.7K 63 3
                                    

Fırat bir çare Dicle'nin arkasından bakakaldı. Umutsuz bakışlarla, göz yaşlarıyla onun gidişini izliyordu. Araba en son gözden kaybolunca onun ümitleri de, yıkıldı. Arabasına doğru yol alarak konağın yolunu tuttu.

Kendal ağa bu öksürükten kurtulamayacağını anlayınca doktora gitmeye karar vermişti. Hastane'ye gidip tahlil yaptı. Tahlil sonuçları, bir saate yakın bir vakte kadar çıkacaktı. O da zamanın geçmesi için dışarıda yürüyüş yapmaya karar verdi.

Elzem:
"Ondan sonra Dicle Fırat'ın yüzüne bile bakmadan çekip gitti!", dedi.
Elzem tüm bu yaşanılan olayları tek tek Rona Hanım ve Cahit'e anlatıyordu. Cahit:
"Peki ya Fırat ne yaptı ya?", diye sordu. Elzem:
"Arkasından gitti! Daha ne oldu bilmim ama, ben eminim ki bu kız bir daha o konağa dönmez! Çünkü ben kızın  bakışlarını gördüm! Fırat'a olan aşkı bitmişti. Ben sadece gözlerinde nefret gördüm. Gözlerinde parlayan intikam ateşini gördüm.
Fırat öylece kalakaldı. Benle evlenmek zorunda!", dedi.
Rona Hanım:
"Fırat seni sevmi! Sen onla evlenmeyi nasıl düşinisin?", diye sordu. Elzem:
"Çünkü hamileyim!", dedi.
Rona Hanım ve Cahit şaşırmışlardı. Rona Hanım ona sevinçle sarılırken, Cahit sadece ona kuşkuyla bakmıştı. Elzem Cahit'e:
"Abi? Beni tebrik etmeyecek misin?", diye sordu. Cahit ağzının içinde konuşarak:
"Tebrik ederim.", dedi.
Elzem sesini çıkarmadı. Rona Hanım yerine oturdu. Elzem konuşmasına devam etti:
"Ne yani benim çocuğum babasız mı büyüyecek? Evlenmek zorunda!", dedi.
Cahit Elzem'e kötü bakışlarla bakıyordu. Elzem bu durumu pek umursamıyordu. Cahit bu olayın peşine düşmeye karar verdi.

Fırat arabasını kilitledikten sonra, konağa ölü bir halde içeri girdi. Konağın taş duvarlarına baktı. Dicle'siz sanki hiç neşesi yoktu. Yıllar sonra o ilk kez Dicle sayesinde gülmüştü.
Gözlerinin çevresi kıpkırmızıydı. Kendini kendinde hissetmiyordu. Hâlâ bir boşluktaymış gibiydi.
Nazgül Hanım merdivenlerden aşağı inerken 'Fırat!', diye bağırdı. Fırat ismini boğuk bir şekilde duymuştu. Sanki kilometrelerce mesafelerden... Nazgül Hanım Fırat'ın suratından aşağıya doğru, süzüm süzüm süzerken sordu:
"Oğlum iyi misin?", diye sordu.
Fırat ses çıkarmadan Nazgül Hanım'a sıkı sıkı sarıldı. Durgun olan gözleri tekrardan sulanmaya başlamıştı. Kendini daha fazla tutamadan ağlamaya başladı.
Nazgül Hanım da kollarını sıkı sıkı sardı. Fırat:
"Hiç iyi değilim ana! Kendimi yarım hissedim! Sanki beni sonsuz bir boşluğun içine atmışlar gibi... Kendimden nefret edim! Ben nasıl böyle vasat bir insan olabildim?", diye yakınırken Nazgül Hanım:
"Gel şöyle divanda otur! Biraz sakinleş, kendine gel biraz.", dedi.
Fırat ağır adımlarla ilerledi. Nazgül Hanım divanda oturdu. Fırat da divana uzandı ve kafasını Nazgül Hanım'ın dizine koydu. Nazgül Hanım elleriyle Fırat'ın saçlarını taradı. Yüzünü okşadı. Fırat'ın göz yaşları teker teker yere damla damla düşüyordu.
Fırat sessiz kalmaktan sıkılmıştı artık. Konuşmak istiyordu. Daha fazla dayanamadı:
"İçim aci ana! Içim yani! Ben hayatımda hiç böyle hissetmemiştim... Bu sol tarafım buz gibi. Ama içim kor alevlerle dolu. Ben hiç kimseyi böyle sevmemiştim. Dayanamam... Yapamam... Ben onsuz sadece yarımım. Ben sadece onu sevdim. Sadece o benim hayatımdaydı.  Ne olursa olsun ben kendimi affettirecem.", dedi.
Nazgül Hanım:
"Oğlum! Allah der ki: 'Kimi benden çok seversen onu senden alırım.', der. Sen Dicle'yi Allah'tan daha çok mu sevdin oğlum?", diye sordu.
Fırat doğrularak:
"Hâşâ ana! Dicle benim alın yazımdı! Ben sadece sevdim diyim!", dedi. Nazgül Hanım:
"Böyle olacağını bile bile sen niye böyle yaptın o zaman oğlum?", diye sordu.
Fırat bu soru karşısında sessiz kaldı ve boynunu büktü.
Sonra doğrularak:
"Elzem!", diye bağırdı.
Nazgül Hanım Fırat'ın sinirlerini yatıştırmaya çalışarak:
"O evde yok oğlum! Anası gile gitti. Sakin ol ne olursun? Bak sakın bir şey yapayım deme! Zaten iki aşiretin arası bozuk! Bir de bu dert olmasın başımıza.", dedi. Fırat:
"Ok yaydan çıktı ana! Buradan sonra geri dönüş yok! Onun suyu fazla ısındı! Yeter artık. Benim de bir yere kadar sabrım var!", dedi.

Dicle kafasını cama dayamış, hayallere dalmıştı. Konağa gittiği ilk günü, düğünleri...
Ağlamamaya yemin etmişti ama artık dayanamıyordu. Göz yaşları yanaklarından süzüm süzüm süzülüyordu.
Eve dönmek en iyisiydi. Yalanlardan uzak bir hayat, daha huzurlu bir hayat...
Ama mutlu olacak mıydı? Eve döndüğünde ne olacaktı? Babası onu affedecek miydi?
Kafanın dikine gitmek ne kadar kötü bir şey olduğunu daha iyi anlamıştı. Babasının sözleri hâlâ kulaklarında yankılanıyordu.
"Gitme oraya! Oraya gidersen çok üzülürsün!"
Dicle içinden:
"Şimdi dediklerini daha iyi anlim baba! O kadar haklısın ki, ne desen de hiç sesim çıkmayacak!", dedi.

Kendal ağanın tahlil sonuçları çıkmıştı. Kâğıda bakıyordu ama pek bir şey anlamıyordu. Kâğıdı doktora gösterdikten sonra bir an önce konağa gitmeyi istiyordu.
Odanın kapısını tıklattı ve içeriden 'Gel!', sesini duyunca içeri girdi.
Kendal ağa tahlil sonuçlarını doktora gösterdi. Doktor'un yüz ifadesi pek de hoş değildi. Kendal ağa:
"Bir sorun mu var Doktor Bey?", diye sordu.
Doktor cevap vermedi. Hâlâ kağıdı inceliyordu. Doktor:
"Üzgünüm ama, tahlil sonuçlarınız pek de iç açıcı değil Kendal Bey...", dedi. Kendal ağa:
"Ne demek o?", diye sordu. Doktor:
"Akciğerleriniz iltahaplanmış. Ve eğer iltahaptan temizlenmezse, sizin ölümünüze yol açabilir.", dedi.
Kendal ağa:
"Ne diyisin sen Doktor?", diye tekrar sordu.
Doktor:
"Demek istediğim şu ki... Akciğerlerinizi iltahaptan kurtarma olasılığımız, yüzde on bile değil. Ciğerlerinizin neredeyse tamamı iltahaplı.", dedi.
Kendal ağa:
"Yani ben... Ölecek miyim?", dedi.
Doktor vasat bir ifadeyle:
"Maalesef!", dedi.

DİCLE VE FIRAT #WATTY2020 (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now