55💌

15.6K 1.7K 280
                                    

Morarmaya yüz tutmuş dudakları soğuktan kururken, gözlerinde yaş vardı. Başındaki sargı ve üstünde hastane kıyafeti dururken burada ne işi vardı?

Titrek gözlerine bakarken olduğum yerde kalakaldım.

O da karşı tarafta kaldırımda öylece duruyor gözlerini bile ayırmadan beni izliyordu.

Yutkundu.

Gözleri yüzümün her zerresinde gezindilerse sonra kısa süreli kapandı.

Sanki huzura ermişçesine derin bir nefes aldı ve gözlerini yeniden açtığında bana bakmamaya çalıştı.

Üzerindeki siyah montuna sarılarak yürümeye başladı. Gidiyordu.
Neden gelmişti ve neden gidiyordu?

Ayaklarım benden habersiz hareketlendiğinde peşinden gittim.

"Bayım?"

Durmadı.

"Bir saniye!"

Peşinden koştum. Yürüyüşünü hızlandırdı.

"Ehven!"

Daha hızlı koşarak ona yetiştim. Hemen arkasından gelirken yürüyüşü çok hızlandığı için ben de ona uyum sağlamaya çalışıyordum.

"Niye geldin?"

Cevap vermedi.

"Niye geldin diye sordum."

Yürümeye devam ettik. O kadar hızlı yürüyorduk ki ona zarar verip vermeyeceğini düşünüyordum.

"İyi misin?"

Sessizlik devam etti. Baktım bana cevap vermeyecek kolundan tutarak durdurdum.

Göğsü hızla inip kalkarken derin nefesler alıyor, gözlerinden akan yaşa engel olmuyordu. Çenesi titrerken gözleri bende çaresizlikle ışıklarını söndürüyor sanki zaman geçtikçe eriyordu.

"Ehven? Niye geldin?"

Dudakları aralandığında derin bir nefes aldı. Sağ eli ile her iki yanağındaki yaşları silip başını gökyüzüne kaldırdı.

"Ah katlanamıyorum artık!"

İnleyerek söylediği bu cümle canımı yakmıştı.
Yeniden başını indirdiğinde gözlerinden yaşlar akmaya devam etti.

Hüzünle ona bakarken bir adım daha atarak yaklaştım.

"Neye katlanamıyorsun?"

Gözleri yeniden buldu.

"Seni görme isteğime katlanamıyorum. Ortalıkta olmayınca canımın yanmasına katlanamıyorum. Sana olan bu bağımdaki mantıksızlığa katlanamıyorum. Bu saçmalıkta boğulmaya katlanamıyorum. Sayayım mı daha?"

Kuruyan boğazım için iki kere yutkundum. Konya'nın havası soğuk ve kuru olduğu için ikimiz de hem üşüyorduk. Oysa bizi üşüten bir diğer şey bu tuhaf olayın parçaları olmamızdı.

"Ne olacak böyle? Bu saçmalık da neyin nesi söylesene?" diye sordu çaresiz ve ağlamaklı bir ses tonu ile.
"Ne oluyor bana? Niye seni görmek istiyorum? Neden bu saçma işlere kalkışıyorum? Ah delireceğim!"

Alt dudağını ısırdığında esefle bir nefes verdi. Kızaran burnunu ve yaşlı gölerini yeniden silerek bana baktı.

"Evine git. Ben de hastaneye geri döneceğim."

Başka bir şey demeden yürümeye başladığında "Ehven!" diye seslendim ama duymamazlıktan geldi. Can sıkıcıydı. Bu tuhaf olayın baş kahramanları olmak çok can sıkıcıydı. Dahası utanıyor olmalıydı.

Yanlış bir şey yaptığını düşünerek de pişmanlık gözyaşları döküyor olmalıydı. Öyle ya da böyle ikimiz de tedirgindik. Hem birbirimizle olan bu bağ, hem de yanlışlıklar silsilesi ile çaresizlikle kıvranıyorduk.

Onun üstüne gitmemek adına sadece tamamen uzaklaşışını seyrettim ve yeniden evime doğru yürümeye başladım. Yol dönüşte daha kısa gelmişti sanki.

Evimizin bahçesine girer girmez gözüm posta kutusundaki zarfa takıldı. Cevap gelmişti.

Bir anda heyecan basmıştı. Ehven istediğim resmini göndermiş miydi ki? Heyecandan alnımdan terlemeye başlamıştım bir anda. Yutkunarak kuruyan boğazımı ıslattım ve posta kutusuna yürüyerek zarfa uzandım.

Kısa mektuptaki yazıları sonra okumayı düşünerek direkt resme baktım. Üstünde şu cümle yazıyordu.

~Doğru dürüst bir resmim kalmadı. Hepsi annemin eski evinde ve oraya uğramayalı yıllar oluyor. Kız kardeşim Asel geçen hafta bu resmi çekmişti. Acil deyince onu gönderiyorum. Kusura bakma. Yeniden görüşmek üzere.~

Resmi belki defalarca inceledim. Elimde sallarken bir kere daha bu tesadüfler silsilesinin son halkasının ne olduğunu düşünmeye başlamıştım.

"Siz, ikiniz..."

Boğuluyormuşçasına derin bir nefes aldım.

"Aynı kişisiniz!"

CEVAP 1979Where stories live. Discover now