24. Bölüm Pt1: Şah Mat

303 26 77
                                    

Multimedia: Billie Eilish- When the Party's Over.

Küçük bir uyarı: 👿 simgesinden sonraki bölüm birazcık vahşet ve kan içermekte. Özellikle son cümleyi hayal etmek midenizi bulandırabilir. Öyle abartılacak bir şey yok iki cümle zaten ama ben yine de önceden uyarayım dedim aramızda hassas okurlar olabileceği için 💜

________________________

Yazarın Anlatımıyla...

Ece'nin kapısı hiddetle çalmaya başladığında balkonunda oturmuş kahvesinin tadını çıkarıyordu. Gelenin kim olduğunu tahmin edemediği için söylene söylene kapının görüş açısına girdi. Büyüyle kapıyı açtığında karşılaştığı gözler kesinlikle bu kadar erken karşılaşmayı beklemediği gözlerdi.

''Gelebilir miyim?''  Ece bir an duraksayıp duyduğuna inanamayan bakışlarla süzdü misafirini. Onun böyle bir soru yöneltmesini beklemiyordu. ''Ta-tabii.'' diyebildi çocuğu öylece kapıda beklettiğini hatırlayarak. Burak tek bir kelime daha etmeden içeri girip koltuğa oturdu. Onun bu durgun halleri çoktan Ece'yi endişelendirmeye başlamıştı bile. Hızlıca karşısına oturup ona kırgın gözlerle bakan genç adamı inceledi. ''Bir şey olmuş.'' Daha çok ne olduğunu sorar gibi söylemişti.

''Defne'yi sen mi öldürdün?'' Gözleri kocaman olurken dehşete düşmüş bir şekilde yerinden sıçradı. Yüzündeki şaşkınlık maskesi her ne kadar sahte de olsa, dehşete düştüğü aşikardı. ''Ne?!'' Azarlarcasına sesini biraz yükseltmişti. Vermeye çalıştığı izlenim daha çok 'nasıl beni bununla suçlarsın' havasındaydı. Ama karanlık prensin gözlerinden bu dramayı yutmadığı açıkça okunuyordu. 

''Ece, beni yorma.'' Burak hızlıca iki viski bardağı yarattı ve içlerini doldurdu. Birini Ece'ye ikram ederken -ikram etmekten ziyade iç yoksa gebertirim verişiydi- diğer bardağı da kendisi için ayırdı. ''Fark ettiysen seni öldürmek için gelmedim.'' Bunun için gelmiş olsaydı beklemezdi bile. Ece onun neden kendisini öldürmek yerine içki ikram edip konuşmaya çalıştığını anlamaya çalışıyor ama bir türlü beceremiyordu.

''Defne öldüğünde benim yıkılmış halimden yararlanıp aklımı çelmeyi başaracaktın ve amacın yeniden birlikte olmamızı sağlamaktı, değil mi?'' Bakışlarını ondan uzaklaştırıp pencereden dışarıya, gökyüzüne çevirdi bakışlarını prens. Ece'den bir cevap beklediği için sormamıştı, daha çok kendisine yediremiyordu. Onlar o kadar kritik ihtimalleri sıralarken, sevgilisinin gerçekten de çocuksu bir kıskançlık yüzünden neredeyse asla uyanamayacağını, fırsatı varken Ece'yi cezalandırmak yerine ona güvenip serbest bıraktığını, Defne ölüm ile savaşırken katilinin omzunda ağladığını düşündükçe kendine yediremiyordu. Ece'yi çocukluğundan beri tanıyordu ve bu inatçılığı için adadığı yola her şeyi mübah edeceğini bilmeliydi. Ece'den çok kendisine kızıyordu. Ece ise ne cevap vereceğini düşünüyordu. Kafası karışmıştı ve ağzını bıçak açmıyor, kelimeler boğazında kaldığından bir türlü dilinden dökülemiyordu.

''Bu çok... Mantıksız.'' diyebildi en sonunda. Burak ise elindeki bardağı dudaklarına götürmekle yetindi. ''Her gerçek mantıklı değildir''

''Burak bunu ben yapmadım.'' Bir inkara göre fazla sakin... Herhalde neden nefes almaya devam ettiğini düşünüyordur. Bu düşüncelerin ardından yüzüne acıyan bir ifade yerleştirip sevgilisinin katiline çevirdi bakışlarını. ''Sadece merak ediyorum, hiç mi vicdanın sızlamadı? Hiç mi ben yanında ağlarken utanmadın kendinden?'' Ece karanlık prens haricindeki herkese taş kalpliydi ve hiç vicdanı sızlamamış, bir kere olsun arkasına dönüp bakmamıştı. Onun için önemli olan tek nokta nacizane hedefiydi.

YüzükWhere stories live. Discover now