six

525 93 225
                                    

"Kardeşim nerede!? Kardeşime ne yaptın seni o... çocuğu!?" Telefona karşı resmen çığlık atıyordum.

"Kardeşin güvende. Şimdilik. Eddie'nin nerede olduğunu biliyorsun... Orayı daha önce gördünüz. Onun için hazırladığımız rahat mezarında yatıyor. Üzerini tamamen toprakla örttükten sonra oksijen seviyesi giderek azalacak. Nefeslerini sayılı almasını önerebilirsiniz... Çünkü tam yarım saat sonra oksijeni bitecek." dedi.

Sonra da devam etti. "Tam yarım saat sonra. Yarım saat. Saat on buçukta." Sertti ama konuşurken zevk alıyordu.

Ağlamaya başlamıştım. "Bizden ne istiyorsun?"

"Oh, sizde bana verebileceğiniz herhangi bir şey yok tatlım. Ben sadece eğleniyorum. Bu arada kardeşinin de tam olarak yarım saat vakti olduğunu söyleyebilirim. Birine yetişebilirsin, diğerini feda ettiğin sürece."

Telefon kapanmıştı. Kapandığını bildiğim hâlde kardeşim nerede diye bağırıyordum. Steve kolumu tuttu. "Gitmeliyiz. Hemen."

Eddie

Telsizden Steve ile konuşuyordum.

"Steve... Telsizin bataryası bitiyor. Sürekli sinyal verip duruyor. Çok fazla dayanmaz."

Yattığım yerin üstünde konuşma seslerini duyabiliyordum. Bir de kürek sesinin toprağa girişini ve sonra o toprağın üzerimdeki tahta parçasının üstüne atıldığını duyuyordum. Bir süre sonra sonra ne kürek sesi ne de toprak atılmasını duyuyordum. Gitmişlerdi.

Elimdeki feneri yatmakta olduğum tabutun tavanına tuttum. Burada tırnak izleri vardı. Ben, canlı canlı ilk gömülen kişi değildim anlaşılan. Nefes almaya çalışıyordum. Tavana birkaç kez yumruk atıp ahşabı kırmaya çalıştım. Vurduğum zaman tahta aralarından içeriye toprak düşüyordu. Birkaç kez daha vurursam kırılacaktı ve toprağın altında kalacaktım. Beni ne kadar derine gömdüklerini bilmiyordum. Ama basınç o kadar fazlaydı ki nefes almam zorlaşıyordu. Pili bitmesin diye kapattığım telsizi geri açtım. Ophelia konuşuyordu. Benim güzel Ophelia'm.

"Eddie cevap ver! Eddie!"

Eddie: Buradayım... Sanırım... Sanırım gittiler. Nerede olduğum hakkında bir fikrim yok. Beni buradan kurtarmanız lazım.

Ophelia: Geliyoruz. Nefes almaya çalış. Dayanmaya çalış. Yoldayız.

Sonra yeniden telsizi kapattım. Alnımdan akan teri hissediyordum. Dudaklarım kurumuştu. Dudağımı yaladığımda ağzım toprakla dolmuştu. Burada ölecektim.

Ophelia

Steve'e arabayı daha hızlı sürmesi için bağırdım. Elim ayağıma dolanmıştı. Bunlar çok fazla geliyordu. Telsizden bir ses geldi.

"Merhaba.. beni duyan var mı? Ben Jackson Watson. Sesimi duyan var mı?"

Telsizi kaptığım gibi konuştum. "Şükürler olsun! Jackson neredesin?!"

Jackson: Ophelia? Sen misin?

Ophelia: Neredesin?

Jackson: Ben... Ben karanlık bir yerdeyim. Fıçı gibi bir şeyin içindeyim ama bilmiyorum.... Bu.... Bu demir. Kasaya benziyor. Oh olamaz.

Ophelia: Ne? Ne!? Noldu!?

Jackson: İçine su doluyor Ophelia. Kasa su alıyor.

Partner in Crime (Eddie Munson)Where stories live. Discover now