4. Bölüm

123 6 0
                                    

- Kabul ettiğiniz için teşekkür ederim, Hazel. İki saat içinde almaya gelirim olur mu?

- Emily istediği kadar burada kalabilir, Karmen. Sen merak etme lütfen.

Kapının yanında annemle beklerken neden burada olduğumu anlayamamıştım. Bayan Hazel, omuzlarıma elini koyarak benimle beraber salona kadar ilerlerken kapının arkasında olmasına rağmen sanki hala oradaymış gibi anneme bakmaya devam ettim. Merlin'in evine Brice olmadan ilk defa gelmiştim ve Merlin ortalıkta görünmüyordu. Bay Stew, geçtiğimiz gün oturduğu koltuğun aynı yerindeydi. Beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı.

- Seni tekrardan gördüğüme çok sevindim, Emily.

Bayan Hazel çantamı alırken, bende koltuğun köşesine oturdum. Bilmediğim ya da anlamadığım bir tuhaflık vardı ama herkes bana bir şey söylemeyeceği konusunda anlaşmış gibiydi.

Dün, herkes evden gittikten sonra sessizce merdivenlere oturdum. Annem mutfak masasında başını kollarının arasına alıp ağlarken, babam hiçbir şey söylemeden yanında oturuyordu. Bu şekilde ne kadar beklediğimi bilmiyorum. Brice'ın odasından çıktığını fark etmemiştim. Gelip merdivenlerde yanıma oturduğunda biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Normal şartlarda kendi isteği ile yanıma gelip oturmazdı. Benimle birlikte, annem ve babama baktı.

- Herkes neden üzgün?

Brice, hiçbir şey söylemeden elini sadece omzuma koydu. Cevap vermesini umarak yüzüne baksam da gözlerini annemlerden ayırmamıştı.

- Büyük annem nerede?

- O gitti.

- Nereye gitti?

Brice, kalkmadan önce başımdan öptü. Arkasından bakarken dönüp hala bana bir cevap vermesini bekliyordum. Aşağı inmekten vazgeçmiş olacak ki odasına geçip kapısını kapattı.

Büyükler, çocukların birçok konuda pek çok şeyi bilmediklerini ya da anlamadıklarını düşünüyorlardı. Neler olup bittiğini anlıyordum. Sadece bazı soruların cevabını tek başıma bulamıyordum. Örneğin büyük annemin öldüğünü anlamıştım. Anlamadığım insanların neden öldüğü ve öldükten sonra ne olduğu konusuydu.

Bay Stew'in gazetesini okuması izlerken, Bayan Hazel elinde kurabiye ve iki bardak sütle yanımıza geldi. Sütlerden bir tanesini bana diğerini de Bay Stew'e uzattığında sessizce kıkırdamıştım. Eve geldiğim andan itibaren aklıma Merlin gelmemişti. Bay Stew bana bakıp göz kırptığında birden Merlin ile ilgili bütün anılar onları sakladığım yerden çıkıp geldiler. Merlin'in evde olmadığından emindim. Brice'ın benimle gelmemesinden bunu anlamam gerekiyordu. Son olanların ardından aslında Merlin'i görmek istemiyor olmam gerekirdi ancak aşkın ne kadar aptalca bir şey olduğunu yavaş yavaş öğreniyordum. Bunun en büyük kanıtı ise kalbimi kıracağını bilsem de onu görmek için can atıyor oluşumdu.

- Resim defterini getirdin mi?

Gözlüklerini indirip elindeki bardakla bana bakan Bay Stew'e gülümsedim. Heyecanla başımı sallayıp çantamı almak için yerimden kalktım. Bay Stew'le vakit geçirmeyi sevmiştim. Kesinlikle Brice'tan çok daha eğlenceliydi. İkimizde bir önceki gün olduğu gibi yere oturduk. Boş sayfaya bakarken aklıma, ben resim yaparken yanımda uyuyan büyük annem geldiğinde içimde büyük bir boşluk oluştu. Ellerimi istemeden saçlarıma götürdüm. Kötü göründüklerine emindim. Annem sabah erkenden beni uyandırarak hızlıca hazırlanmamı söylediğinde saçlarımı taramak için bile vakit bulamamıştım. Annem, ondan bir şey isteyemeyeceğim kadar üzgün görünüyordu ve ellerimde tokalarla yanına gidebileceğim bir büyük annem artık yoktu. Bir daha saçlarım belki de hiçbir zaman örülmeyecekti. Annem bu işlerde iyi olmadığını söylerdi.

- Ne düşünüyorsun Emily?

- Size bir şey sorabilir miyim, Bay Stew?

- Elbette, sorabilirsin.

- İnsanlar öldükten sonra nereye gider?

Bay Stew'in, böyle bir soru sormamı beklemediğini yüzünde yavaşça kaybolan gülümsemesinden anlamıştım. Bir süre ne söylemesi gerektiğini düşündüğünü, gözlerini gözlerimden ayırarak benim gibi boş sayfaya çevirmesinden anladım.

- İnsanlar öldüklerinde Tanrı'nın yanına giderler, Emily.

İçimden verdiği cevabı tekrarlasam da bu benim için net bir cevap değildi. Hala nerede olduklarını ve bir gün onları görüp göremeyeceğimizi bilmiyordum. Bay Stew'in gözlerinin dolduğunu ve bakışlarını boş kâğıttan çevirmediğini anladığımda daha fazla soru sormamaya karar verdim. Bay Stew'i üzmek istemiyordum.

- Ev çizmeyi öğrendiniz mi?

Bakışları tekrardan gülümseyerek bana döndüğünde yavaşça başını salladı. Siyah kalemimi ona uzatıp bu kez zorlu görevi ona verdim. Bayan Hazel, muhteşem göründüğünü söylese de resim bir öncekinin neredeyse aynısı olmuştu. Yine de kesinlikle öğrenmiş olduğunu söyledim. Bugün başka kimseyi üzmeme konusunda kararlıydım. Etrafımda daha fazla üzgün birinin olmasını istemiyordum.

Bayan Hazel, bir şeyler yemek isteyip istemediğimi sorduğunda karnımın acıktığını hissetsem de başımı salladım. Her ne kadar beni sevdiklerinden emin olsam da farklı bir evde tek başıma yemek yeme fikri beni rahatsız ediyordu. Henüz onları ikinci kez görüyordum ve birileriyle beraber yemek yemek için çok daha fazlası gerekirdi.

Annem siyah paltosu ve boynuna doladığı siyah şalıyla kapıda belirdiğinde gözlerinin biraz daha kızardığını fark ettim. Ayrıldığımızdan bu yana çok daha üzgün görünüyordu. Sessizce derin bir nefes aldım. Bay Stew gitmeden önce bu resminde kendisinde kalmasını istediğinde defterimden o sayfayı yırtıp ona uzattım. Hayranlıkla yaptığımız resme bakıyordu ve onu bu şekilde görmek beni de çok mutlu ediyordu. Resme baktığında güzel bulduğu ve onu gülümseten şeyin aslında birlikte geçirdiğimiz zaman olduğunu biliyordum.

Annemin arkasından hiçbir şey söylemeden yürümeye başladığımda arkamı dönüp baktım. Bay Stew ve Bayan Hazel bana gülümseyerek el sallıyorlardı. Aynı şekilde gülümsediğimde, annem üzgünken gülümsediğim için kendimi suçlu hissetmiştim. Hızlıca önüme dönüp adımlarımı sıklaştırdım.

Eve geldiğimizde bu kez evde bir önceki günden farklı olarak hiç kimse yoktu. Annem, kendi kendine söyler gibi günümün nasıl geçtiğini sorduğunda, sessizce güzel olduğunu söyledim. Başını sallayarak bana hiç bakmadan odasına çıktı. Bu sorunun öylesine sorulduğunu ve vereceğim cevabın önemli olmadığını biliyordum. Onun gününün hiç güzel geçmediğini tahmin edebiliyordum.

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarırken büyük annemin yatağına baktım. İnsanların ölmeden önce nasıl göründüklerini bilmiyordum ama güzel olmadıklarını düşünüyordum. Büyük annem bu odada ölmüş olabilir miydi? Kalbimin korkudan hızlıca çarpmaya başladığını hissettim.

Birkaç yıl önce gecenin bir yarısı hayalet gördüğümden emin bir şekilde annemin yanına gitmiştim. Bana uzun uzun artık büyük bir kız olduğumu ve gerçek olmayan şeylerden korkmamam gerektiğini anlatmıştı. Hızlıca söylediklerini aklıma getirmeye çalıştım. Sakin olmalıydım ve korkmamalıydım. Büyük annem bana asla zarar vermezdi. Yatağıma girip yine de battaniyemi başımın üstüne kadar kapattım. Sırtımı büyük annemin yatağına doğru döndüm. Kulağım gelebilecek ufacık bir sese karşı tetikte bekliyor gibiydi. Kendime itiraf etmek istemesem de korktuğumu hala hızlı hızlı çarpan kalbimden anlayabiliyordum.

Bu odada uyumak istemediğimi annem biraz daha az üzgün olduğunda söylemeye karar vermiştim. Her akşam bu odada korkuyla uyumak istemiyordum. Hayatım boyunca saçlarımı her istediğimde ören ve beni sabahları uyandıran büyük annemi yanımda istiyordum. Birinin her gün beni evde beklediğini söylemesini, bunu duymayı seviyordum. Belki de artık büyümenin, sabah kendi başıma uyanmamın, saçlarımı örmeyi öğrenmemin zamanı gelmişti. Dizlerimi karnıma çektim. Yatağım çok sıcak olmuştu ama battaniyemden başımı çıkarmaya henüz cesaretim yoktu. Büyümek ve bütün bunları öğrenmek için henüz çok küçüktüm. Annemin yanında babam olduğunu biliyordum. Brice'ın yanında Merlin vardı, benimse yanımda büyük annem.

Ama artık tek başımaydım. 

Sevgili EmilyWhere stories live. Discover now