30. Bölüm

34 3 0
                                    

Yavaş adımlarla mezarlığın demir kapısından çıktığımda Emily hala yanımdaydı. Kapıyı arkamdan kapattığımda durup derin bir nefes aldım. Bir sonraki gelişimi şimdiden sabırsızlıkla bekliyordum. Hala onu ziyaret edebiliyormuşum gibi hissediyordum, sadece beraber çay içemiyorduk, ona sarılamıyordum ve gururlu bakışlarını göremiyordum. Bunlar çok büyük kayıplarımdı ama hala bana kalan bir şey vardı. Beni dinlediğini biliyordum.

Caddede yürümeye başladığımda artık şehirde uyanmıştı. Gördüğüm insan sayısı sabahla kıyasladığımda neredeyse iki katıydı. Yeni açılan bir kahve dükkânının önünde durduğumda yanımda bekleyen Emily'e baktım. Hiç konuşmuyordu ve insanlara – yine- onu görüp görmediklerinden emin olmak için bakmıştım. Büyük boy kahvemle küçük ahşap masaların bir tanesine geçtiğimde başımı elime yasladım. Düşünecek çok fazla şey vardı ama zihnimdeki bütün sesler büyük bir sessizlik içindeydi. Gözlerimi caddede nereye olduğuna bile fark etmediğim bir noktaya kilitledim. Emily, yanımda oturuyordu ve dışarıda onunla konuşmamam gerektiğini biliyordum. Dışarıdan kendi kendine konuşan ürkütücü biri gibi görünmek istemiyordum. Muhtemelen oda benimle aynı fikirdeydi. Benim gözlerimin dalıp gittiği uzakları, benimle birlikte izliyordu.

Kahvemi bitirene kadar ahşap masada oturmaya devam ettim. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum ama bir saatten fazla zaman geçtiğinden emindim. Telefonuma geldiğim andan itibaren bakma ihtiyacı duymamıştım. Geleceğimi Merlin duymuş muydu ve ne düşünüyordu, merak ediyordum ama bir yanım bana yazmayacağından oldukça emindi. Bu gerçekle yüzleşmemek için telefonuma bakmaktan kaçınıyordum.

Ayaklarım bildiğim yollara doğru ilerlerken Emily ve ben hala konuşmama kuralımıza uymaya devam ediyorduk. Beni neyin beklediğini bilmediğim bir yere giderken içten içe korkarken hiçbir şey düşünemiyor oluşuma şaşırıyordum. Adımlarım yavaşlarken tanıdığım o evin önünde durdum. Her geldiğimde son gelişim olacağını düşünüp kendimi bir şekilde hep burada buluyordum. Kendi evimden daha çok evim gibi hissettirdiğini kabul ediyordum ama artık Bay Stew'in olmadığı hiçbir ev bana aynı hissettirmeyecekti, bunu biliyordum.

Derin bir nefes alıp titremeye başlayan ellerimi görmezden gelerek yan tarafıma baktım. Emily gitmişti. Pekâlâ, dedim. Görünüşe göre birçok şey gibi bunu da tek başıma yapmam gerekecekti.

Eve doğru birkaç adım attığımda çalmaya başlayan telefonumun sesi beni durdurmuştu. Mila'nın adını ekranımda gördüğümde yaşadığım hayal kırıklığıyla birlikte telefonumu açtım.

- Neredesin?

- Evin önündeyim, geldim.

Telefonumu henüz çantama koymaya fırsat bulmadan Mila kapıda belirdi. Beni görünce yorgun yüzünde beliren büyük gülümseme kalbimi ısıtmaya yetmişti. Yüzümde oluşan aynı gülümsemeyle birlikte ona doğru hızlı adımlar attım. Kollarını boynuma doladığında onu gerçekten özlemiş olmama şaşırmıştım. Küçükken insanların beni sevmesi için çok fazla çaba harcamam gerektiğini düşünüyordum ama bazı sevgiler çabasız da oluşabiliyordu ve sanırım en güzel hissettiren sevgiler, çabasız olanlardı. Çok fazla konuşmuyor ya da görüşmüyorduk ama bu -neredeyse- beraber büyümüş olmamızı ve birbirimizi anladığımız gerçeğini değiştirmiyordu.

- Burada olduğun için çok mutluyum.

- Bende öyle.

Mila, elimden tutarak beni kapıdan içeri çektiğinde kimse ortalarda görünmüyordu. Doğruca mutfağa girdiğimizde Bayan Hazel'ı fırının önünde yaptığı yemeği kontrol ederken bulmuştuk. Bu görüntüsü bana annemi anımsatmıştı. Anma töreninde onları da göreceğimi biliyordum ve tanıdık yüzler görme konusunda hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Tanıdık insanlar sizi daha rahat hissettiriyordu. Her ne kadar yalnız olduğunuzu bilseniz bile bir yerlerde sizi tanıyan insanlar vardı. Belki de seven, çok fazla emin değildim.

Sevgili EmilyOnde histórias criam vida. Descubra agora