29. Bölüm

34 3 0
                                    


Mila ile aramızda geçen son konuşmamızda, ona öğleden sonra orada olacağımı söylemiştim. Saat henüz sabah altıyı biraz geçiyordu ve ben otobüsten inmiştim. Gece düşünecek çok fazla konu olduğu için uyuyamadığımı fark ettiğimde daha fazla zorlamamaya karar vererek yataktan çıktım. Biraz içmiştim ve yapacak farklı bir işim yoktu. Güneş henüz kendini göstermiyorken yola çıkmıştım. Karanlıkta neredeyse kimsesiz kalan sokaklarda yürümek ve şehrin sessizliğini dinlemek biraz ürkütücü olsa da otobüse bindim. Yolda hiç istemesem de biraz uyuya kalmıştım ve uyandığımda neredeyse gelmek üzereydim. Burada kalmayı düşünmediğim için yanıma hiçbir eşyamı almamıştım. Omzumda duran siyah çantamın içerisinde sadece cüzdanım, kulaklığım, anahtarlarım ve birkaç tane peçete vardı. Otobüsten indiğimde henüz güneşin ısıtmadığı havanın karşısında üzerimdeki hırkaya biraz daha sarıldım. Bu kadar erken bir saatte Mila'nın yanına gidemeyeceğimi biliyordum ve dün gece yatağa girmeden önce annemlere geleceğimi belirten kısa bir mesaj göndermiştim. Onlarla saat konusunda bir bilgi vermemiştim ve muhtemelen ben mesaj gönderdiğimde annemler çoktan uyuduğu için bana cevap vermemişti. Bütün bunların farkındaydım ve hala bir sorun yoktu. Yola çıkmadan önce ilk kimin yanına gideceğimi biliyordum.

Ayaklarımın yolu biliyormuş gibi kendiliğinden attığı adımlara karışmadan yürümeye devam ettim. Etrafımdan çok nadir insanlar geçiyordu ve yollar neredeyse boştu. Henüz otobüsten ineli çok süre geçmemişti ama yine de hiç araba görmüyor olmama şaşırmıştım. Sabah altı da daha önce bu şehirde tek başıma yolda olmadığım için belki de normal bir durumdu. Güneşi hala göremiyor olsam da gökyüzünün mavi tonu gittikçe daha açık bir maviye dönüşüyordu. Sokak lambaları hala yandığı için daha az korkusuz bir şekilde yürüdüm. Zihnimde öyle çok düşünce vardı ki hızlarına yetişemediğim için ne düşündüğüm konusunda hiçbir fikrim yoktu. Gözlerim sadece her sokak başında, her sokağın sonundaydı. Kulaklığım yanımdaydı ama şuan bir müziğe ihtiyacım yoktu. Şehrin sessizliği içinde yürümek daha önce deneyimlemediğim kadar huzurluydu. Uzun cadde boyunca yürüdüğümde azalan evlerin arasından üst yola geçtim. Sadece bir kez gelmeme rağmen mezarlığın yolunu ezberlemiştim.

Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama yarım saati çoktan geçtiğini yavaş yavaş ağrımaya başlayan dizlerimden anlayabiliyordum. Uzun süre yürümeye alışkın olsam da soğuk ve uykusuzluk beni biraz zorlamaya başlamıştı ve neredeyse sabah olmak üzereyken yola çıkacağımı biraz daha erken düşünseydim kesinlikle daha az içerdim.

Mezarlığın demir kapısını uzaktan gördüğümde adımlarım biraz daha yavaşladı. Şehrin bu tarafında, caddede duyabildiğimden daha az ses vardı ve bunun sebebi etrafta benim dışımda kimsenin olmamasından kaynaklanıyordu. Mezarlığa giden tek bir yol vardı ve bütün bir yolu sadece tek bir sokak lambası aydınlatıyordu. Mezarlık ağaçların arasındaydı ve ağaç sırasını bozan tek şey büyük demir kapıydı. Kapının soğukluğunu elimin altında hissettiğimde kalbimin hızlandığını hissettim. Korkuyor muydum? Belki, biraz korkuyor olabilirdim. İlk kez mezarlığa gelmiyordum ama ilk kez bir mezarlığa yalnız geliyordum.

Kapıdan girdiğimde ürkekçe kapının demir sürgüsünü arkamdan kapattım. Nedense kapalı bırakıldığı için benimde kapatmam gerektiğini düşünmüştüm. Mezarlıklara özel kurallar var mıydı, bilmiyordum. Taş yoldan birkaç adım attığımda ağaçlar hala iki yanımı da sarıyordu. Biraz daha adım attığımda artık karşımda uzanan mezar taşlarını görebiliyordum. Etrafıma bakmadan tek bir mezar taşına gözlerimi kilitleyerek yürümeye devam ettim. Taş yoldan ilerledim, yolun sağ tarafına doğru bir adım attığımda olduğum yerde durdum. Bay Stew'in mezar taşı tam karşımdaydı. Kalbimde uzun süredir hissetmediğim hava yastığı tekrardan belirmişti ve gözlerimi onun adından çekemiyordum. Bu hiçbir zaman görmek istemediğim bir gerçekten çok daha fazlasıydı. Hiç beklemediğim bir hıçkırık yükselmişti göğsümden ve sessiz mezar taşları arasında sesimin yayıldığını duyabilmiştim. Biraz daha sessiz olmam gerektiğini düşünüp ellerimi dudaklarıma götürdüm. Ağlamamaya çalışıyordum ama bu imkânsızdı. Gözlerimi mezar taşından ayırmaya çalışıyordum, sanki onunla göz göze gelmekten kaçıyor gibiydim. Karşısında ağlamamdan hoşlanmayacağını biliyordum ama onu karşımda böyle görmek düşündüğümden çok daha ağır gelmişti.

Sevgili EmilyWhere stories live. Discover now