32. Bölüm - 1 yıl sonra- FİNAL

32 2 0
                                    

Merdivenlerden inerken kendimi hem çok yorgun hem de rahatlamış hissediyordum. Her seans bir diğerinden daha zorlayıcı devam ederken ilerlediğim yol için kendimle gurur duyuyordum.

Bay Stew'in anma gününden sonra çok zor geçen günlerim olmuştu. Aslında işe dönene kadar neredeyse hiç yataktan çıkmadığımı hatırlıyordum. Düşüncelerim arasında öylesine kaybolmuştum ki hem kendime hem de Bay Stew'e verdiğim sözlerin tamamını unutmuştum. Mila ile olan konuşmamız aklıma geldiğinde belki de gerçekten hiç tanımadığım birine bütün bu olanları ve hissettiğim her bir duyguyu anlatmanın iyi geleceğini düşünmüştüm. Ürkek ve çekingen adımlarla ilk randevum için geldiğimde geri dönmek için onlarca bahane bulmuş olsam da bütün cesaretimi toplayıp gelmiştim.

Giriş kapısının hemen karşısında küçük bir odası olan Mave'e doğru adım attım. Kapısı her zaman açık oluyordu ve benim geldiğimi gördüğü her anda yüzünde büyük bir gülümseme beliriyordu.

- Merhaba tekrardan Mave, bir sonraki Salı için randevu almam mümkün mü?

- Elbette, Emily. Aynı saat için randevunu not alıyorum, uygun mudur?

- Evet, bu harika teşekkür ederim.

Kapıya tekrardan yöneldiğimde bir saniyeliğine durup Mave'e tekrardan döndüm.

- Mave, randevuyu bir sonraki haftaya alabilir miyiz?

- Tabii, yine Salı günü olarak mı?

- Evet, sanırım artık iki hafta arayla gelmeye hazırım.

Mave'in onaylayan gülümsemesini gördüğümde tekrardan kapıya yöneldim. Her gelişim bir öncekinden kolay olmuyordu ama buradan her çıktığımda kendimi kesinlikle çok daha iyi hissediyordum.

Odanın karşısında duran kapıdan çıktığımda durup derin bir nefes aldım. Bu gün Bayan Keira'ya, Bay Stew'in anma gününden bahsetmiştim. İlk defa birine Emily'den bahsediyordum ve bu beni rahatsız etmemişti. Bayan Keira, anlayışlı bakışlarıyla beni dinlemeye hazır olduğunu ve beni yargılamayacağını onu ilk gördüğüm anda bana hissettirmişti. Dudaklarımdan Emily'i gördüğüm ilk anı bahsettiğimde bana küçük bir gülümsemeyle bakmıştı.

- Aslında hayatımızda binlerce kılığa bürünmüş olarak kendimizle karşılaşabiliriz, Emily.

Merlin veEmily'i, neredeyse bir yıl önce o gün görmüştüm. İçten içe o günün, ikisini de son görüşüm olduğunu biliyordum. Otobüsün titreyen camına başımı yaslayıp aldığım kararları, hissettiğim duyguları hala hatırlıyordum. Eve geldiğimde ilk yaptığım şey Merlin'in numarasını telefonumdaki bütün uygulamalardan engellemek olmuştu. Ardından çoğu gece bu engeli kaldırmış, sonrasında tekrardan engellemiştim. Onu özlüyordum ama iyi bir hayatın özlemini daha çok hissediyordum. Bu savaşa son vermek için numarasını telefonumdan silmiştim. Bana ulaşmaya hiç çalışmamıştı. Başlarda ona, bunun için kızmış olsam da artık bunu yapmadığı için minnettardım.

Kalabalık caddede ilerlediğimde bugün hiç kahve içmediğimi hatırlamıştım. Ofiste hala baş mimar olabilmiştim değildim ama içimden bir ses bunun kısa sürede mümkün olacağını düşünüyordu. Henüz hava kararmamıştı ve Mila ile kahve içtiğimiz yer aklıma geldiğinde caddeden ilerlemeye devam ettim. Günbatımını izlerken kahve içmek ve Bayan Keira ile konuşmalarımızı düşünmek kulağa çok güzel geliyordu. Çantamdan kulaklığımı çıkardım. Son zamanlarda her zaman dinlediğim tarzdan çok daha farklı müzikler dinlemeye çalışıyordum. Neredeyse hiç içmiyordum ve kendimi kesinlikle çok daha iyi hissediyordum. İlk zamanlarda kalbimin içerisindeki bu yükü nasıl atacağımı bilmiyordum ama Emily'den öğrendiğim bir şey vardı.

Vazgeçmek.

Kalbimin yükünü vazgeçerek azaltmaya başlamıştım. Hayatta her şey özen gösterilmeyi hak etmiyordu. Uğruna çaba harcadığımız, bazen günlerimizi verdiğimiz hiçbir şey bitmesin istiyorduk ve bu çok normaldi. Sadece bazen bir yoldan geri dönmenin de ilerlemek olduğunu hatırlamamız gerekiyordu.

Caddenin sonuna yaklaştığımda köşede yer alan binanın içerisine girdim. Karanlık koridor bu kez beni şaşırtmamıştı. Birkaç adımın ardından sola doğru dönüp asansörü beklemeye başladım. Asansörün kırmızı ışığı yanıp sönmeye başladığında sabırsız bir şekilde ayağımı tekrar tekrar yere vurdum. Gün batımını kaçırmak istemiyordum. Eski ve bazı yerleri paslanmış asansör karşımda açıldığında dışarıdan gelen seslere aldırış etmeden asansöre geçtim. Yaklaşan ayak seslerini duyduğumda asansörün kapanma tuşuna çoktan dokunmuştum. Kapı neredeyse kapanmak üzereyken arasına uzatılan bir el onu durdurdu. Asansör tekrardan açıldığında istemeden karşımda duran adamla göz göze geldik. İlk anda anlamadığım için başımı kırmızı asansör ışığına çevirdim ama bir saniye sonra bu gülümsemeyi tanıdığımı fark edip tekrardan ona doğru baktım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan asansöre geçtiğinde omuzlarımız neredeyse birbirine değiyordu ve ona bakmasam da yüzünde bir gülümseme olduğunu hissedebiliyordum.

- Sana, kahve içmek istediğimi söylediğim o akşamı hatırlıyor musun?

- Evet.

- Beni reddederken söylediğin o adam hala hayatında mı?

- Hayır.

Bana doğru baktığını görebiliyordum ama bakışlarımı asansörün kapalı kapısından ayırmıyordum. Gülümseyerek başımı salladığımda, benim gibi asansöre doğru döndü.

- Güzel, hayatın bizim için bu buluşmayı planladığını düşünüyorum ve kahvemi senin masanda içeceğim.

Gülümseyerek ona doğru döndüğümde asansörün kapısı açıldı. Hiç düşünmeden onun adımlarını takip etmeye başladım.

Geçen zamanda öğrendiğim ve fark ettiğim pek çok şey olmuştu. Hayatın en büyük ironisinin; beklediğimiz şeylerin aslında beklemeye değer olmadıklarını, bekledikten sonra fark etmemiz olduğunu öğrenmiştim. Bir saniyeliğine durup birkaç adım önümde ilerleyen uzun boylu adama baktım. Belki de güzel şeyler hiç beklemeden ve hiç beklemediğimiz anlarda olacaktı. Bunu, yine yaşayıp görecektim.

SON 

Sevgili EmilyWhere stories live. Discover now