28. Bölüm

34 4 0
                                    


Günlerim bazen koltukta bazen de yatağıma geçecek kadar kendimde olduğumda sadece uyuyarak geçiriyordu. Merlin'le – aslına bakarsanız zorunlu olarak- izne çıkarıldığım günden itibaren hiç konuşmamıştık. Onun yanımda olmasına ihtiyacım vardı ve olmak istememişti. Hepsi buydu. Sadece uzanıyor, içiyor ve televizyonun arkadan gelen seslerini dinlerken bütün zamanım geçiyordu. Bazen bir öğleden sonra uyuya kalıyordum ve gecenin hiçbir şey yapamayacağınız o saatlerinde uyanıyordum. En zor geçen kısımlar bunlardı. Gündüzler bir şekilde geçiyordu ama geceler geçmek bilmiyordu. Işıklar söndüğünde ve bütün şehir uykuya daldığında, yıllarca bir mahzene kapattığınız o düşünceler uyanıyordu. Sizi suçlayan sesler yükseliyor, kendinizi savunduğunuz sesinizi bulamıyordunuz.

Gözlerimi henüz yeni uyanmış olsam da tavana kilitletmiştim ve günlerdir evden çıkmıyor olsam da yataktan bile çıkmak istemiyordum. Kötü geçen yıllarımda olmuştu ama hiç yaşama sevincimi bu kadar kaybettiğim bir yıl geçirmemiştim. Ne kadar olmuştu, o geceden sonra? Neredeyse bir ay olmak üzereydi. Dönüp geriye baktığımda geçen bir ayda, tamamen mutlu olduğum bir günüm bile yoktu. Bir an, küçük bir an mutluluğa çok yaklaştığımı hissetmiştim. Belki de o bir an gerçekten mutluydum. Sonrasında hayat hesabını sorar gibi elimdeki her şeyi geri almıştı ve ben en başta olduğumdan çok daha mutsuz ve eksik bir şekilde kalmıştım. Bir yanım hala ne olursa olsun, Merlin'le yaşadığı her an için mutluydu. Onu hiç öpmeden ölebilirdim, öyle değil mi? En azından artık onu öpmenin ne demek olduğunu biliyordum. Daha iyi bildiğim şey ise onun tarafından kırılmaktı.

Hiçbir şey yapmadan geçen günlerde bazen Emily yanıma geliyordu. Bir köşede duruyor, sessizce beni izliyordu. Tek bir kelime dahi söylemiyor olmasına başlarda şaşırıyor olsam da zamanla onunda sessizliğine alışmıştım. Hayatımda gürültülü olan tek şey, kafamın içiydi ve ben sadece onu susturmak istiyordum. Akıp giden düşünceleri durduramıyordum. Hiç düşünmediğim konuşmalar, detaylar, bazen bir kitapta okuduğum cümle bazen de televizyonda duyduğum bir replik bile aklıma gelebiliyordu. Bir televizyon programında ilişkiler hakkında konuşan kişiler olduğunu hatırlamıştım. İnsanların, zor kişileri sevdiğine dair bir tartışmayı sürdürüyorlardı. Belki de ben olması gerektiği kadar zor olamamıştım. Zor bir dönemde olduğu için her şeyi kolaylaştırmak istemiştim, kendimi bile. Onu sevdiğimi belli etmiştim çünkü bu aşktı, bu bir oyun değildi. Doğru olduğunu düşündüğüm ne varsa yapmıştım. Yine de bana olan sevgisizliğine elimden hiçbir şey gelmemişti.

Artık bırakmam gerektiğini biliyordum. Bir evin içerisinde, tek bir koltuğun üzerinde geçen günlerde öğrendiğim bir şey varsa, o da bırakmam gerektiğiydi. Çoğu zaman hayallerinizdeki şeylerin ya da kişilerin, hayallerde kalması çok daha iyiydi. Beni öptüğü geceden itibaren içimde olmayacağını söyleyen bir yanım vardı. Diğer yanımsa bir şekilde olmayacağını söyleyen yanımı susturmayı başarmıştı. Umut etmek beni mutlu ederken, en başından yenilgiyi kabul etmek istememiştim. Bir umut varsa, denemeye değerdi.

- Neden ağlıyorsun?

Telaşla gözyaşlarımı silip koltuğun sonunda, ayakucumda duran Emily'e baktım. Beni daha önce ağlarken görmüş olması kendimi rahat hissettirmiyordu. Henüz onun yaşlarındayken tek başıma ağlamaya alışmıştım ve bunu hemen değiştiremezdim.

- Kendi zihnimde devam eden savaşı bir türlü bitiremiyorum, beklemeye devam eden yanım bir türlü vazgeçmiyor.

- Neden kendinle savaşıyorsun?

- Çünkü senin de yıllar önce yapamadığın gibi bende şuan Merlin'e nasıl düşman olacağımı bilmiyorum.

Her gece telefonumu kontrol ettiğimde ondan mesaj gelmediğini görüyordum. Her gece artık onu sevmeyeceğime dair kendime sözler vererek gözlerimi kapatıyordum. Sevmemeye karar verilen kişiyi içten içe sevmeye devam ettiğiniz de kendinizi suçluyordunuz ve bu dayanılmazdı.

Sevgili EmilyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin