24. Bölüm

57 5 0
                                    

Gözlerime ilk defa bu kadar keskin ve acımasızca bakabiliyordu. Bakışlarının altındaki nefreti görebiliyordum. İnsan kendine böylesine düşman olabilir miydi? İnsan belki de en çok kendine düşmandı. Omuzlarımı düşürüp koltuğa yaslandım. Ne yaparsam yapayım kendimi yenemiyordum. Bir adım ilerlediğimde iki adım uzaklaşıyor gibiydi ve mesafeyi bir türlü kapatamıyordum. Ağladığımda ona çaresizce olanları anlattığımda bana karşı davranışları aynı kalmıştı, öfkeyle yüzüne bakıp bütün bu davranışlarımızın saçmalık olduğunu söylediğimde de tavrı değişmemişti. Gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yasladım. İçimden artık büyüdüğümüzle ilgili öfke dolu sözler geçip duruyordu. Bütün bağırmalarımı göğsümde toplayıp hırsla gözlerimi açsam da artık karşımda değildi.

İçimde biriken öfkeyi atabilmek için bir kaçış yolu ararken masanın üzerinde duran telefon gözüme çarptı. Telefonu elime alıp hiç düşünmeden Merlin'le olan konuşmamızı açtım.

- Günlerdir bana yazmıyorsun. Bana ayıracak, nasıl olduğumu soracak beş dakikan yok muydu gerçekten?

- Hayır, yoktu Emily. Sende bana yazmadığına göre demek ki senin de bana ayıracak beş dakikan yokmuş. Bana gayet adil görünüyor. Ayrıca beni neden suçluyorsun? Burada bir an önce işlerimi bitirip yanına gelmek için çabalarken günlerce düşünüp beni suçlamak için bu bahaneyi mi buldun?

- Sana hasta hissettiğimi söylediğimde, nasıl olduğumu merak edersin sanıyordum. Benimle hiç konuşmadan geçip giden günler sonrasında yanıma gelmenin bir anlamı olacak mı? Aramıza mesafeler varken, aramıza zamanı da alıyorsun. Döndüğünde hepsini telafi edebileceğini mi düşünüyorsun?

- Sen peki, bu sözlerini telafi edebileceğini düşünüyor musun?

Telefonu sinirle masanın üzerine fırlattığımda titreyen dizlerimi durduramıyordum. Midemin bulandığını hissettiğimde koltuğa uzandım. Hala kendimi hasta hissediyordum ve Merlin'in "hayır, yoktu" mesajını tekrar tekrar zihnimde çevirip duruyordum. Şuanda bir bardak su alabilmek için bile harcayacak enerjim kalmamıştı ama Merlin isteseydi ona koşarak gidebilirdim. Yarın, beni görmek istediğini söylese iş yerinden izin alabilirdim. Ben onun için birçok şeyi yapmaya hazırken onun bana ayıracak beş dakikasının olmamasına inanmıyordum. İstediğiniz zaman her konu için saatler bile yaratabilirdiniz.

- Ondan özür dilemelisin.

Yastıktan başımı kaldırıp koltuğun diğer köşesinde oturan ve ayaklarını koltuktan sallandıran Emily'e baktım. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı ve biraz sabırsız görünüyordu. Onu artık daha sık görüyordum ve eskisi gibi onu görmek beni ürkütmüyordu. Onun varlığına alışıyor gibiydim. Başımı tekrardan yastığa bıraktım. Ona cevap vermeyecektim. Onunla bu konuda tekrardan tartışmak istemiyordum.

- Bence, ondan özür dilemelisin.

- Aşk hayatım ile ilgili yedi yaşındaki bir çocuktan fikir duymak istemiyorum, Emily.

Elimi kapalı olan gözlerimin iki yanına yasladım. Biraz başımın ağrıdığını hissediyordum ve elimle alnımın kenarlarına bastırmaya başladım. Emily sanki hiç orada oturmuyormuş gibi davranmaya devam ediyordum. Bir süre orada olup olmadığını umursamadan sessizce başımı ellerimle sıkmaya devam ettim.

- Onu ilk gördüğümüz anı hatırlıyor musun?

Elimi alnımdan çekip Emily'e doğru baktım. Yavaşça koltuktan kalkıp heyecanlı bir şekilde mutfak tezgâhının önünde ileri geri yürümeye başladı. Cevap vermeme kararımı sürdürmeye devam edecektim.

- Ben hatırlıyorum, Emily. Midem ve göğüs kafesimin arasında bir şey hissettim. Biraz acıya benzeyen bir histi ama kesinlikle mutlu hissettiriyordu. Sen de hatırlıyorsun, değil mi?

Sevgili EmilyWhere stories live. Discover now