22. Bölüm

54 5 0
                                    

Gözlerimi açtığımda aklımda tek bir cümle vardı. " Bu hikâyede her ikisi de var." Yataktan doğrulup kapının olduğu tarafa baktım. Emily gitmişti, tekrardan. Olanları yavaş yavaş hatırlamaya başladığımda içimde dolan öfkeyi hissetmeye başlamıştım. Merlin'in benim ne düşündüğümü, ne halde olduğumu, neler hissettiğimi bilmeden, tek umursadığım sadece aramızda olanlarmış gibi konuşması beni öfkeden bitiriyordu. Yastığımın kenarında duran telefonuma baktığımda son yazdığım mesajın üzerine cevap vermediğini gördüm. Bu, muhtemelen son konuşmamız olacaktı. Birlikteyken beraber susabiliyorduk ama yalnız susuyor olmamıza üzülüyordum. Konuşabiliyor olsaydık her şey çok daha yolunda gidebilirdi. Yan yana olsaydık şüphesiz her şey çok daha kolay olacaktı ama değildik. Kendi yolunda gitmeyen hayatlarımızı ayrı şehirlerde birbirimizden ayrı olarak yoluna koymaya çalışıyorduk. Onu bilmiyordum ama ben, bu hayatı yoluna koyma işlerini pek beceremiyordum.

Kendimi tekrardan yastığıma bıraktım. Bugün Pazar günü olmasına rağmen kendimi mutlu hissetmiyordum. Uzun zamandır Pazar günlerini evde geçiriyordum ve tek yaptığım bütün gün uyumak akşam olduğunda ise koltukta bir şeyler içmek, müzik dinlemek ve ağlamaktı. Bay Stew'i kaybetmeden önce Pazar günlerimi nasıl geçirdiğimi hatırlamıyordum. Sanki bütün hayatım boyunca tek yaptığım bunlardı. Hayatım tamamen değişmişti ve bir önceki hayatımın nasıl olduğunu hatırlamıyordum. Bir süre daha gözlerimi kapattım. Uyku ile uyanıklık arasında saatlerce gidip geldim ve içimden yataktan çıkmak gelmemişti. Nihayet tekrardan uykuya dalmıştım. Gözlerimin uyumaktan şiştiğini ve başımın ağrıdığını hissettiğimde sanırım akşam olmak üzereydi. Odama ışık gelmiyordu ama saatin geç olduğunu odanın karanlığından anlayabiliyordum. Karanlığın bile belli bir ışığa göre farkları vardı. Gündüz daha az ve puslu bir karanlık oluyorken, geceleri simsiyah bir karanlığa açıyordum gözlerimi. Bu karanlık ise akşamüstü karanlığıydı. Bu, uyanmayı en sevdiğim karanlıktı.

Yataktan çıktığımda sanki hiç uyumamış gibi bir yorgunluk vardı üzerimde. Telefonumda hala hiçbir mesaj bildirimi yoktu. Mutfakta, dolabın önünde biraz durdum. Uzun zamandır düzgün bir şekilde yemek yediğim bir anım yoktu. Bedenim zamanla bu yememe durumuna alışmıştı. Eskisinden daha az enerjim vardı ve bazen gözlerimin karardığını hissedebiliyordum. Yine de henüz rahat bir şekilde yemek yiyeceğim bir psikolojide değildim. Biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Dolapta canımın istediği bir yiyecek bulamadığım için rafta duran şişelerden bir tanesini alıp koltuğa oturdum. Bu son şişemdi ve birazdan yenisi için dışarı çıkmam gerektiğini biliyordum. Bir süre masada duran boş kadehe baktığımda hiç başlamadan yenisini almam gerektiğine karar verdim. İçmeye başladığımda ağlamaya da başlıyordum ve kızarmış gözlerimle dışarı çıkmak istemeyeceğimi biliyordum. Üzerimdeki eşofmanların üzerine sadece uzun bir kaban alıp evden çıktım. Temiz havayı ciğerlerimin sonuna kadar çektim. Temiz hava kesinlikle uyku gibiydi. Her şeyi çözmüyor olsa da her şeye iyi gelen bir yanı vardı.

Biraz yürümek için eve yakın olan yer yerine caddenin sonuna doğru yürümeye başladım. Uzun bir uykunun ardından kısa bir yürüyüş iyi hissettirmişti. Eve dönerken ellerimde bir sonraki günlere de yetecek kadar torbalar vardı. Biraz meyve ve atıştırmak için yiyeceklerde almayı ihmal etmemiştim. Yarın sabah erken kalkmak zorunda olduğumu ve işe gideceğim gerçeğini sık sık kendime hatırlatıyordum. Neredeyse akşama kadar uyumuştum ve gece nasıl erkenden uyuyacağım konusunda hiçbir fikrim olmasa da boşalan kadehler buna yardım edecekti.

Çok fazla vakit kaybetmeden eve geldim. Aldıklarımı mutfakta yerleştirirken gözlerim telefonumdaydı. Bazen bir ses duyduğumu hissediyor ve hızlıca telefona koşuyordum ama her seferinde boş bildirim ekranıyla karşılaşıyordum. Beklemek yorucuydu, özellikle de beklediğiniz o şey her ne ise olmamak konusunda kararlıysa. Tabağıma aldığım biraz meyveyle birlikte tekrardan koltuğa oturdum. Televizyonu açıp rastgele bir kanalda durdum. İzlemeyecek olsam da arada sesini duymak kendimi daha az yalnız hissettirecekti. Bilgisayarımı masanın üzerine alıp önce daha az hüzünlü hatta eğlenceli sayılabilecek birkaç müzik dinledim. İkinci şişeyi almak için koltuktan kalktığımda müzikler artık her zaman dinlediğim hüzünlü müziklere geçmişti. Her beş dakikada bir olacak şekilde sürekli telefonumu kontrol ediyordum. Sesi sonuna kadar açıktı ve tam gözümün önünde duruyordu. Yine de duymama ya da görmeme ihtimalimi ortadan kaldırmak için düzenli olarak kontrol etmek zorundaymışım gibi davranmaya devam ettim. Saat dokuzu biraz geçmek üzereydi. Başımı koltuğa yaslamıştım ve içimdeki ses sadece müziklere eşlik ediyordu. Elimde yarısı dolu olan kadehe bakarken gözlerimdeki yaşlar daha fazla çalan şarkılara karşı koyamamıştı.

Sevgili EmilyWhere stories live. Discover now