Otuz Birinci Bölüm

324 27 40
                                    

Genel olarak ya yarın ölürsem ve keşkelerim olursa mantığıyla beynimi devre dışı bırakıp kalbim ne söylüyorsa onu yapan birisiydim. Hayatıma kocaman hedefler koymazdım, elimdeki her şeyi güzelleştirmeye çalışırdım ve kendi küçük dünyamda mutlu mesut yaşamak en büyük dileğimdi. Çok uzun süredir mantığım gücü eline almaya çalışmaktan vazgeçmişti ama o gece bir şeyler oldu.

Mantığımın fısıltılarını susturmak çok zordu.

Orkun'un ailesinin beni para avcısı sanması o an önemsemediğim bir konuymuş gibi gelse de mutfakta tek başıma oturuyorken canımı yakmaya başlamıştı. Onu ailesinin peşinden gönderip eve çıktığımdan beri kimse yemin etmiş gibi konuyu açmıyordu. Sanki bugün herhangi bir günmüş gibi davranıyorlardı. Bende öyle yapmıştım. Onlara ayak uydurup görmezden gelmiştim. Uyku perilerim kaçınca kendimi mutfağa sürükleyip sallama papatya çayı yapmıştım.

Galiba çok konuşuyor olmamın sebebi mantığımı susturmaktı. Çünkü ben mantığımla değil de kalbimle yaşamayı daha çok seviyordum.
Papatya çayımdan bir yudum daha alırken sinirlendim. Şu an beni papatya tarlasının ortasına gömseler sakinleşecek gibi hissetmiyordum. Ayrıca külliyen yalandı. Aklın başka kalbin başka konuşuyorken bir demlik papatya çayı iç, ne faydaydı?

"Hangi deniz?"

Oturduğum yerde sıçradım istemsizce. Bakışlarım kapıya dönünce annemin kollarını göğsünde kavuşturup kapının pervazına yaslandığını gördüm. Yüzünde gülümseme vardı ama bana gülüyor olmaktan ziyade ağlıyor gibi göründü. Canım daha fazla yandı.

"Ne?" dedim anlamayarak. Derin bir iç çekip yanıma yürüdü, yanımdaki sandalyeye otururken "Hangi denizde gemin battı?" diye sordu.

Sesli bir gülüşle geriye yaslandım.

"O Karadeniz'de gemin mi battı değil miydi ya?" diye şakaya vurdum. Ellerini masanın üzerine koyup parmaklarını birbirine kilitledi.

"Buradan bakınca tek yerde batmamış gibi geldi de..."

Gözyaşlarımın hücum ettiği gözlerimi kaçırdım, ağlamak istemiyordum. Ruh halimi fark etmiş olmalı ki "Ne içiyorsun?" diye sordu. Bacaklarımı sandalyede yukarı karnıma doğru çektim. Kollarımı dizlerime doladım. "Papatya çayı," dedim dalgınca.
"Ne işe yarıyormuş bu gavur icadı?"

Tekrar güldüm.

"Uyku getirmeye ve sakinleşmeye birebir."

"İşe yarıyor mu bari?"

"Bilmem, yaradı galiba."

Başını anlıyormuş gibi aşağı yukarı salladı.

"Bana da mı yapsan?"

Annem böyle şeyleri hiç sevmezdi. Onun için bir çay vardı, Rize'den. Bir de kahve vardı, türk kahvesi. Gerisi teferruattı. Papatya çayı istemesi içimde bir yerlerde kalbimi ağrıttı. "Yapayım güzel anneme," diye mırıldanıp ayaklandım. "Ilgın?" dedi arkam ona dönük, dolabı karıştırıyorken. Ona bakacak yüzüm olmadan "Efendim?" dedim.

"Zayıflamaya da yardım ediyor mu bu meret?"

Tezgaha yaslanırken gülmeye başladım ama öncekiler gibi değil. Kahkaha sesimi bastırmak için sol elimi yumruk yapıp ağzımı kapattım. Omuzlarım sarsılıyordu.

"Hayır anne, o yeşil çay."

Bir bardağa sallama poşeti atıp sıcak suyu üstüne koyarken sinirlerim inanılmaz harap olmuş haldeydi. Orkun ve ailesini evimizden kovduğumuz gün, papatya çayının faydaları hakkında konuşuyorduk.

Bardağı annemin önüne bırakıp az önceki pozisyonumu aldığımda kendi içeceğimden bir yudum aldım. Annem de içmeye başlamıştı daha doğrusu biraz içip yüzünü buruşturdu.

Başına Buyruk!Where stories live. Discover now