Yirmi Üçüncü Bölüm

10K 619 69
                                    

Fotoğraf'ın düzenlenmesi, kapağı, basımı derken oldukça uzun bir süre gecikti bölümümüz. Ne kadar özür dilesem az... Çok ihmal ettim buraları... Umarım hikayemiz unutulmamıştır, umarım hala aynı şevkle okumaya devam edersiniz. 

Ve Eylem ile Tolga'nın yenilenmiş hikayesini merak ediyorsanız, Fotoğraf'ı internet sitelerinde ve D&R gibi satış noktalarında bulabilirsiniz. 

Buyurunuz, beğenmeniz dileğiyle ^^

İlk kez sahneye çıkacak olan ilkokul öğrencisi gerginliği vardı üzerimde. Gece zar zor uyumuştum, sabahsa ne karar vereceğimi düşünürken gecikmiştim. En sonunda kiremit rengindeki gömleğimle, siyah kumaş pantolonumda karar kılmıştım. O kadar seçenek arasından daha gösterişli şeyler seçebilirdim fakat Orkun'un annesinin olacağı yemekte eteğimi çekiştirmekle uğraşamayacağıma ikna olmuştum.

Önümdeki A4 kâğıtlarının hiçbir anlamı yoktu şu sıralar. Zihnimi meşgul eden malum şey, rahatlığımı söküp almıştı. İstem dışı dizlerimi ritmik bir şekilde hareket ettiriyor, ellerimi ovuşturuyor ve sürekli gözlerimin saatteki akrep ve yelkovanı takip etmesini engelleyemiyordum. Saat on bir buçuk olduğunda, karnımdaki ağrı öyle şiddetlenmişti ki koşar adımlarla tuvalete ilerledim.

Ne istifra edecek kadar kötüydüm, ne de umursamayacak kadar iyi...

Ellerimi soğuk suyla ıslatıp alnıma, yüzüme ve boynuma sürdüm. Biraz olsun rahatlamamın üzerine üstümdeki gömleği düzelttim. Suratımdaki acı çeker ifadeyi düzeltip bomboş olan lavabodan çıktım. Küçük ama kendinden emin adımlarımla ofise yöneldiğimde ''Ilgın,'' diyen Meral beni durdurmuştu. Başımı omzumun üstünden sağa çevirdim, böylelikle ardımda kalan arkadaşımla göz göze gelme fırsatı yakalamıştım.

''Az önce birisi Orkun Bey'in odasına giriyordu.''

Endişe kalbimin ritmini bozmuşken ikinci cümleyi bekleyemedim. Hiçbir şeyi umursamadan ayağımdaki kalın topuklu botları sertçe vura vura odaya ulaştım. Kapıyı tıklayamadan içeri giriverdim. Birisi kelimesinin lügatimdeki karşılığı şantiyemizi yakan acımasız Aziz Bey'in adamlarıydı. Ne yazık ki hiçbir zaman haklı çıkmayan benliğime karşılık yeniden kaybettim. Dengemi zar zor bulup daldığımda odada Orkun ile yanındaki yaşını başını almış hanımefendi, donup kalmamı sağlamıştı.

Bütün gün en kötü senaryoyu aklında canlandırmaya çalışırsan bela geliyorum demez!

Sevgilimin bakışlarındaki neşe ve gerilim parıltılarını fark etmekte gecikmedim. Dudakları samimi bir tebessümle iki yana kıvrılmıştı.

''Hoş geldin, Ilgın.''

Seslice yutkunurken sırtımı dikleştirip başımı kaldırdım. ''Merhaba efendim,'' derken annesine hitaben konuşmuştum. ''Senin masanda oturup oğlumu ziyarete gelenleri kontrol etmek gerekmez miydi, kızım?''

Omzuna kadar inen hafif koyu renk ve dalga saçları, yüzündeki kırışıklıklara inat parıldayan kahverengi gözleri, hesap sorar ifadesiyle karşımda dikilen kadın, Orkun'un annesiydi. Ardı ardına bu gerçeğe inanıyordum fakat bir türlü kendimi ikna edememiştim. Hiç hazır hissetmiyordum! Ayrıca gelir gelmez bıraktığım izlenim, tüm ön hazırlığımı boşa çıkarmıştı.

''Lavaboya kadar gitmiştim efendim,'' dedikten sonra dilimi ısırdım çaresizce. Beynim çoktan mavi ekran vermişti ve şu halde ne kadar düşünürsem düşüneyim yalan bulamam gibi gelmişti. Bende Eylem'in mecburi dürüstlük yasasına başvurarak eteğimdeki taşları döküvermiştim.

''Sanırım yemeği öne çekmemizde hiçbir sakınca yok. Programımı kontrol eder misin Ilgın?''

Orkun benim burada öylesine var olmadığımı, aslında işimi bileğimin hakkıyla kazandığımı göstermeye çalışıyordu. Şanssızlıktır ki, şu an zihnimde kelimeler peşi sıra dizilip bir anlama bürünmüyordu.

Başına Buyruk!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin