On Beşinci Bölüm

20.2K 1.1K 51
                                    

Facebook grubumuz olan 'Ayşenur'un Yüreğinden Dökülenler'e gelebilirsiniz ^^ Orada gelecek bölümlerden alıntıları, duyuruları falan paylaşıyorum... Bölümü beğenirsiniz umarım. 

Normal şartlarda taksi kullanmaz, toplu taşıma araçlarına yönelirdim. Şu anda durumun getirdiği gereklilikle en kısa sürede binamızın önüne gelmiştim. Ben taksiden iner inmez, ilk karşılaştığım insan çarşaflarını balkona dizmiş olan Aynur abla oldu. Dudaklarındaki imalı sırıtış, yüzündeki dedikoduya aç ifade sayesinde amacını az çok anlamıştım. Ben binaya giremeden seslendi.

''Ay Ilgın...''

Evde beni bekleyen, eli merdaneli annemin hayali olmasa, onunla uğraşabilirdim. ''Aynur abla, iyi günler.'' diyerek kısa bir selamla geçiştirmeyi denedim. ''Ben ne duydum Ilgın?'' dedi ve adımlarımın donmasını sağladı. Yahu adam bildiğimiz ayaklı yayın yapıyordu millete!

Bıkkın yüzümle gözlerimi Aynur ablanın balkonuna çevirdim.

''Ne duydun?''

''Gidiciymişsin!''

Bedenimi titreyen o ürpertici hissi yaşadıktan sonra ''Tövbe ya!'' diye çemkirdim istemsizce. ''Ne gidicisi? Gayet sağlıklıyım, Allah uzun ömür versin bana yani. Bir kere de ağzını hayra aç Aynur abla!''

''Kız öyle gidici değil, diğer türlü... Baba evinden gidici.''

Jetonum ancak düşerken ağzımın açık, gözlerim kocaman olmuş biçimde başımı salladım. ''Haa, o anlamda... Yok, daha düşünmüyorum. Kariyerime-''

Aynur abla gitgide büyüyen merakıyla balkonun demirlerine kollarını çaprazlama yasladı ve eğilebildiği kadar eğildi. ''Deme kız! Bizim Gülşen dedi, nişanlınla orada burada geziyormuşsun.''

Ağzıma geleni saydırmak vardı da... Annem de vardı! Bütün öfkemi derin bir soluk alarak yatıştırmayı denedim. Yüzüme sahte bir gülümseme yayılmasını sağlarken parmaklarım kenetlenmiş, çoktan yumruk haline gelmişti. En çok korktuğum insan tipi; dedikoduculardı. Onlar tek kelimeden roman yazıyorlar, pireyi deve yapıyorlardı!

Olan da benim asabıma oluyordu.

''Kader kısmet be Aynur abla...''

''O işler öyle değil kızım.'' diyerek onu savuşturma hamlemi etkisiz hale getirdi. ''Ağzını bir yokla. Baktın seninle evlenmeye niyeti yok, bas tekmeyi. Acıma! Gelmişsin otuz yaşına evde kaldın galiba.''

Orkun'a otuz yaş deyip alay etmiştim. Şu an fark ediyordum ki; gerçekten acı bir durumdu. Dişlerimi sıkarak onun söylediklerini tekrarladım. ''Otuz değil, yirmi yediyim ben!''

Aynur abla dudağının kenarından gülüş fırlatıp belli belirsiz ''Küçül de cebime gir...'' diye homurdandı. Bunlar eğer Orkun'a yaptıklarım için cezaysa haksızlıktı! O da benim canımı yakmıştı, neden bedelini sadece ben ödüyordum ki? Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak demir kapıyı ittirdim.

''İnsanlar deliye hasret, ben akıllıya arkadaş ya!''

Söylene söylene evimin kapısına kadar gelebilmiştim. İşaret parmağım zile gider gibi olsa da basamadım. Kaderde varsa dövülmek, neye yarar üzülmek be Ilgın? diyerek kendi kendimi telkin ettim. Ardından gelen anlık deli cesaretiyle zile bastım. Normalde cıvıl cıvıl olan kapı zilimiz, bana ölüm marşını anımsatmıştı.

Korku filmlerindeki gibi yavaşça aralandı kapımız. Görünür de kimsenin olmaması tüylerimi diken diken etmişti. ''Anneciğim?'' diye seslendim evin içine doğru. ''İçeri geç.''

Köşeden sadece gözlerini görebilmiştim. Oradaki soğuk bakış üzülmeme sebep olmuştu. Ayakkabılarımı çıkararak koşar adımlarla salona ilerledim. Çoktan okuldan gelmiş olan İlayda kucağında dizüstü bilgisayarı, elinde meyve tabağı koltuktaki yerini almıştı. Onun yanına yerleşirken yabancı dizi izlediğini fark ettim.

Başına Buyruk!Where stories live. Discover now