Yirmi Yedinci Bölüm

6.7K 496 127
                                    

Merhabalar, umarım bölüm hoşunuza gider!

''Hangi havlu kenarını beğendin? Mavi kelebekli olanı mı yoksa pembe çiçek desenliyi mi?'' diye soran Aynur abla, ameliyattaki bir doktor kadar ciddiydi. Önüme konulmuş olan havlulara bakarken estetik zevkime güvenerek maviyi işaret ettim. ''Kız onu kaynana koyma, kendi evine al.''

''Daha dün kaynanaya, görümceye kötü şeyler gitmez demediniz mi?''

''Kötü şeyler gitmez dedik, git de en güzellerini ver demedik yavrum!''

Bir haftadır, tamı tamına bir haftadır ev hanımıydım. İlk günler bu denli zor değildi. Birinci gün, evi silip süpürmüştüm. Ardından mutfaktaki çekmeceleri boşaltmış, temizlemiş ve yeniden yerleştirmiştim. İkinci ve üçüncü günse kendi odamla İlayda'nın odasını halledivermiştim. Dördüncü annem ile birlikte güne gitmiştim, gıybetten alev alan ortama rağmen bir kez bile oflamadan eve gelebilmiştim.

Şu an ise yedinci gündeydik ve çeyizim hazırlanıyordu.

Çok önemsiz bir ayrıntı olarak henüz damadımız yoktu fakat çeyiz tamamlansın, elbet birisi bulunurdu. Tüm komşularımız aynen bunu aşılamaya çalışıyorlardı. El mecbur sessizce katlanıyordum bu işkenceye.

''Kız internetten damat bohçası baksak mı?''

Annem biraz düşündü ve sonunda olumlu karara varmış olmalı ki başını salladı. ''Ilgın sende mutfağa gir,'' diye homurdandı. ''Hem de yemek yapmayı öğrenirsin.''

Bütün komşular seferberdi: Ilgın'ı potansiyel gelin adayı yapalım projesi için herkes kollarını sıvamıştı. Annesinin zoruyla kadın hamamına giden erkek çocukları gibi güne götürülmüş, zorla kısır yemiştim. Durumun vahimiyetinin farkına ne zaman varacaktım? Artık karşı çıkamıyordum. Tam salondan kendimi atmıştım, mutfağa ilerleyecektim ki boy aynasında kendi yansımamla karşı karşıya kaldım.

Altımdaki boru paça siyah pantolon genelde önemsiz misafirler geldiğinde giyilecek kıyafetlerim arasında yer alıyordu. Üstümde ise yarım kollu yeşil v yaka tişört vardı. Çoraplarımdan bahsetmek bile istemiyordum! Mor pandalı çoraplarım neredeydi benim? Kendi özümden öyle uzaklaşmıştım ki ayna karşısındaki gözaltları morarmış, saçı ev topuzu yapılmış ve omuzları çökmüş kızı tanıyamıyordum.

Uykusuzluktan veya ağlamaktan bir nebze ama en çok İlayda'yla boğuşmaktan yıpranmıştım. Saracak hiçbir şey bulamayınca ona musallat oluyordum. Haliyle ikimizde dişliydik, kök söktürüyorduk.

Telefonumun melodik sesi mutfağı doldurduğunda derin bir nefes çektim ciğerlerime. Bir haftadır her an tetikteydim. Belki arayacaktı, belki aniden mesaj atıp aşağı çağırırdı. Özür de dileyebilirdi.

Hiçbirini yapmamıştı.

Masanın üstüne gelişigüzel attığım telefonu alıp ekrana baktım. Eylem ismini görünce bekletmedim. ''Alo?'' dedim, beni duyan herhangi biri ses tonuma sakladığım 'yardım et!' cümlesini algılayabilirdi. ''Hala bornozlara bakıp çekirdek mi çitliyorsunuz?'' diyen arkadaşım bir haftadır desteğini esirgemiyordu.

''Havlu kenarına geçtik!''

''Keşke önce damada geçseydiniz,'' dese de aniden sessizliğe büründü. Orkun yüzünden kahrolduğumu düşünüyor olabilirdi. Sonuna kadar da haklıydı! Damat, Orkun, iş hepsi o demekti ve ben özellikle böyle kelimelerden uzak kalıyordum. ''Dalgınlığıma geldi,'' diye mırıldandı pişmanlıkla.

''Sorun değil, aştım artık.''

Yalanın daniskası! Eylem'de hemen anladı, sektirmedi. ''Yalan söylerken kelimeler çok hızlı çıkıyor ağzından. Önce onun alıştırmasını yap, olur mu?''

Başına Buyruk!Where stories live. Discover now