Yirmi Dördüncü Bölüm

9.6K 560 74
                                    

Merhabalar efendiiim, yeniden sahalardayım! :D Geri döndüm! Bakalım beğenecek misiniz? Yorumlarınızı bekliyorum ^^

Şirketimize fazla mesafeli olmayan, dolmuşa ulaşabileceğimiz uzaklıktaydık fakat ben yürümeyi tercih etmiştim. Zihnimi karman çorman eden bir sürü şey vardı. Doğruyu yapmış mıydım? Orkun'dan gizlemek yerine söylemeli miydim? Aziz Bey'in özellikle beni görmek istemesi, sevgilim için hazırlanmış bir tuzak mıydı? Ben çok fazla polisiye dizisi mi izliyordum?

Herhalde bir şirket dolusu insanın bulunduğu yerde beni kaçırmak için hamle yapamazdı! Yani... Öyle olmasını umuyordum! Gözlerimin önüne düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırırken adımlarımı hızlandırdım. Sevgilime söylediğim yalandan ötürü vicdan azabı çeksem de yapabileceklerini düşünerek kendimi rahatlatabildim.

Görkemli binanın önünde dikiliyorken ayaklarım geri geri gidiyordu. İçeriye girip o adamın suratına bakmak istemiyordum. O, başkalarının ölümüne sebebiyet verebilirdi ama bunu zerre umursamıyordu. Ben ölmüş bir kedi görsem üzüntüden gözlerim dolardı. İnsan veya hayvan fark etmezdi: yaşama saygısı kalmayan duygusuz kişilere ısınamazdım. Ön yargım umurumda değildi.

Öfke kanımı kaynatırken adımlarımı daha sağlam atmaya başladım. Yüreğimin bir köşesine yerleşen endişeyi göz ardı etmeliydim. Korkuyordum fakat sessiz kalamayacak kadar sinirliydim. Adam kafayı bizim güzel şirketimize takmıştı.

Aniden sıcak basmıştı. Başımdan vücuduma doğru bir ısı yayılıyordu. Kalbimin ritmini hızlandıran yalnızca Orkun değildi, korku hissi de bu işlevi görüyordu. Avuç içlerim soğuk soğu terlerken güçlükle yutkundum. Faranjit olduğumda bile böyle zorlanmamıştım. Aziz Bey'in beklediği odanın önüne gelene kadar geçen dakikalar, öyle hızlı akıp gitmişti ki hazırlıksız yakalandım.

Elim kapının kulpuna uzanmıştı fakat nedense o kolu indirecek gücü bulamadım. Derin soluklar alarak sakinleşmeyi denedim. Neyi savunurdum? Tek gereken yirmi saniyelik deli cesaretiydi. Kendi kendime ani bir tepkiyle odaya daldım. Girişim çok gürültülüydü. Çok şükür ki düşmemiştim. Sadece Aziz Bey, gözle görülür biçimde irkilmişti.

Yanında bekleyen adam, tanıdık gelse de üstünde duramadım. Bakışlarımı zemine çevirerek karşılarındaki koltuğa yürümeye başladım. Bacaklarımdaki titreme şiddetini artırmıştı, o adamla karşılıklı oturup bir şeyler içecek olmak midemi bulandırmıştı. Kendimi hasta gibi hissediyordum. Sanki kalbim sıkışıyordu.

Onlara bakmamak için ekstra çaba sarf ederek koltuğun ucuna yerleştim. Her an kalkıp gitmeye hazır bir biçimde bekliyordum.

''Bir kahve bile teklif etmeyecek misin?''

Parmaklarımı birbirine kenetleyip gerginlikle ellerimi ovuşturmaya başladım. ''İstemediğinizi varsayıyorum. Ne konuşmak istiyorsunuz?'' diyerek ona karşı olan tavrımı açıkça belli ettim. Buradan gitmeli, Orkun'un kolları arasına saklanmalı ve bir süre başımı omzuna dayayıp susmalıydım.

Yapamadım.

''Yüzüme bile bakmayacak mısınız?''

Aziz Bey'e harcayacak sabrım olmadığını fark ettiğim anda, sert bir hamleyle başımı kaldırdım. Öfke dolu bakışlarımı ona yönelttiğimde hiç pişmanlık duymadığını hatta durumumuzdan zevk aldığını gördüm. Dudaklarına yerleşen tiksinç sırıtış, geriye yaslanmış aşırı rahat tavrı ve alay dolu gözleri içimde yükselen siniri körüklüyordu.

''Ha şöyle, adam akıllı konuşalım değil mi?''

Konuşmak kelimesi ağzına hiç yakışmıyordu bu adamın! Söylediklerine karşılık verdiğim tek tepki kaşlarımı kaldırmaktı. Aziz Bey, sıkılmış olmalıydı ki omuzlarını dikleştirdi. ''Hiç misafirperver değilsiniz.''

Başına Buyruk!Where stories live. Discover now