GERİ DÖNÜŞ

18K 816 45
                                    



İKİ AY ÖNCE...

Diyarbakır'daki şubem den dört yıl sonra atanarak; büyüdüğüm, uzun zamandır geri dönmek için hayalini kurduğum şehre geri dönmüştüm. Kokusunu bile özlemiştim bu şehrin. İstanbul, belki tamamen mutlu günlerin karşılığı değildi benim için ancak yine de çok değerli kişilerin yaşadığı bir şehirdi. Uzun yıllar hasretini kurduğum şehir. Doğmadığım ancak büyüdüğüm şehir.

Elimde çekiştirdiğim kırmızı valizimle hava alanının çıkışında sıra bekleyen taksilerden birine bindim. İstanbul'un sanırım tek özlemediğim yönü olan trafiğe takılmak sürpriz olmamıştı. Kim bilir nerede yine yol bakım çalışması vardı da yollar kilit olmuştu bilmiyordum. Ancak bu gün buna bile sinirlenmeyecek kadar mutluydum. Geri dönmüştüm.

Uzun süreli trafiğin ardından istediğim adrese yaklaştığımızda yüzümdeki gülümseme kendini göstermişti. İşim gereği çok fazla gülmeye fırsatım olmuyordu ama bu gün kendime izin vermiştim. Çantamdan çıkardığım telefonumu açarak ilk görmek istediğim kişinin numarasını çevirdim. Belki öz babam değildi ama öz babam kadar üzerimde hakkı olduğu bir gerçekti. İkinci çalışta açılan telefonla tanıdık sesi duydum.

" Gül, kızım" dedi her zamanki gibi sevgisini göstererek. Onun sesini duymak bile bana bol miktarda çikolata yeme etkisi veriyordu. Nedensiz mutlu oluyordum.

" Serdar babam, nasılsın?" diye sordum onun gibi samimi bir şekilde. Baba kelimesi onunla yeniden anlam kazanmıştı benim için. Kendi ailemi hatırlamayacak kadar küçüktüm öldüklerinde. Kendimi bildim bileli yetimhanede yaşıyordum. Onlar hakkında tek bildiğim bir trafik kazası kurbanı oldukları ve benim de aralarındaki şanslı çocuk olduğum.

Bu konuda emin olamamıştım yıllardır. O kazadan sağ olarak kurtulmak şanslı olduğumu mu gösteriyordu yoksa berbat şansımı mı? Cevapsız bir soruydu...

"Bakıyorum da keyfin oldukça yerinde. Neden acaba?" diye sordum gülerek. Nedenlerini biliyordum ama yine de duymayı seviyordum.

" Neden olacak benim dikenli gülüm geliyor da ondan. Çabuk gel, bak Ayşe annen en sevdiğim keklerden hazırladı senin için. Sayende bende yiyeceğim" dedi gür kahkahasını saklamadan.

Taksi, verdiği adreste durunca hazırladığı parayı uzatıp kapıyı açtım. " O zaman kapıyı açsanız iyi olur. Hava cidden soğumuş" dedim ve telefonu kapattım. Şoför valizimi elime tutuştururken gözüm iki kartlı binanın üzerinde geziniyordu.

Rengini değiştirmişlerdi binanın. Önceden soluk kırmızıyken şimdi pembe olmuştu. Yakışmıştı da. Böyle diğer evlerden daha gösterişli görünüyordu artık. Gecekondu mahallesinde bir yalı gibi parlıyordu.

Rengi değişse bile benim içimde uyandırdığı duygular aynıydı. Buralarda uzun süre vakit geçirmiştim. Serdar babam beni çok sevdiğinden sık sık alır eve getirirdi. Tabi bir de Gamze'yi. Ayşe annemde bizim için kekler hazırlardı. O zamanlar çocukluk mu yoksa yoksunluktan dolayı mı o kadar lezizi geliyordu bilmiyorum ama o keklerin tadını başka hiçbir yerde bulamamıştım. Ne Ankara'da eğitim gördüğüm dört yıl boyunca ne de dört yıllık şark görevim boyunca onlarca yerde aradım bu tadı ancak boşuna çabaladım.

Valizi zorlanarak da olsa kapıya çekip beklemeye başladım. Şimdiye kadar kapının açılmış olması gerekiyordu. Acaba şaka yaptığımı mı düşünmüşlerdi? Emin olmak için zile basıp beklemeye başladım. Sonunda açılan kapıda beliren ikili sıcak gülümsemeleriyle bana bakmaya başlamışlardı. Serdar babam bayağı kilo almıştı. Emekli olmak ona hiç yaramamıştı. Gözlerinde ki kareli gözlüleri, beyazlamış saçları, kareli gömleği, üzerindeki örgü hırkasıyla tam bir emekli baba gibi görünüyordu.

KOVALAMACA-1 SUÇLUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin