Bölüm 26

3.1K 435 65
                                    

İngiltere | Londra - Mayıs 2016

Hava her zamanki gibi yağmurluydu. Ahmed'in sıcak Akdeniz havasına alışmış bedeni, Londra'nın soğuğuyla ürpermişti. Victoria Coach İstasyonu'nda indiği otobüsten valizini alırken epey zorlandı. Allahım, ne kalabalık şehir. Londra'ya her gelişinde Cambridge'in sakinliğini özlüyordu. 

Cambridge - Londra arası arabayla bir saat olmasına rağmen Ahmed arabası olmadığı için otobüsü tercih etmişti. Zaten sağdan akan bir trafikte araba sürmek onun için normal şartlar altında muhtemel olan bir kazanın kesinlik kazanması demekti. İstasyondan çıkıp bir taksiye atladı. Uzun süredir el-Halil'de olması hasebiyle İngiltere'nin tuhaflıkları, sanki ilk defa gelmiş gibi kendini garip hissetmesine neden oluyordu.

Sağdan akan trafiğin yoğunluğu yeterince berbat değilmiş gibi bir de şoförün İngiliz aksanı o kadar ağırdı ki, Ahmed söylediği bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyordu. Şehrin neredeyse her yerinden görülebilen Westminster Köprüsü'nden geçtiler, Big Ben Saat Kulesi'nin süslediği yolu tamamlayıp Buckingham Sarayı'nın yakınlarında bir sokakta durdular. Buraya daha önce sadece bir kez gezi için gelmişti. Şimdi ise durum çok farklıydı.

Taksiden inip sokağın sonundaki eski binaya kendini attı. İkinci kata giden merdivenleri hızla çıktı, dört numaralı daireyi bulduğunda ise bezmiş bir ifadeyle burnunu kırıştırdı. Kapının önündeki çöp poşetine bakıp "Başka yer mi bulamadın Hüsam?" diye söylenerek elini poşete attı ve küçük, deri bir kese bulana kadar olur olmadık ne kadar çöp varsa yokladı. Keseyi çıkarttığında eline nemli çay taneleri yapışmıştı. Homurdanarak keseden anahtarı çıkartmış, kapıyı açıp eve girmişti. Küçük ve neredeyse boş bir evdi. Hüsam tarafından çok az kullanıldığı belliydi ama burası artık Ahmed'in hafta sonu kalacağı evdi.

Valizini odaya taşıdı ve elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. Aynadaki görüntüsüne hala alışamamıştı. Havaalanında sorun çıkmaması için sakallarını kesmiş, eski kalın, siyah çerçeveli gözlüklerini yeniden takmaya başlamıştı. Sakallarının yokluğu kulaklarının kepçeliğini gözler önüne seriyordu. 

Aynadaki Ahmed'den ayrılıp salon olduğunu düşündüğü evdeki en geniş odaya girdi ve valizinden bilgisayarını çıkarttı. Yolculuk sonrasında dinlenmesi gerekiyordu belki ama sistemi kurduktan sonra uyuması daha iyi olacaktı. Odadaki masaya yerleşti ve kabloları yerlerine takmaya başladı. Elektrik için prizi bulduğunda dudaklarından yüksek sesli bir homurdanma daha yükseldi. İngiltere'de prizler, diğer ülkelerdeki gibi iki girişli değildi. Onların prizlerine uyması için converter (dönüştürücü) denen bir alet kullanmak gerekiyordu. Sırt çantasını karıştırdı ve converterı bulup prize yerleştirdi. Bilgisayarını kurup açtığında, sırtı yapacağı işin ağırlığıyla bükülmüştü. Önceden sadece İsrail'den basit istihbaratlar elde etmek için siteleri, mail adreslerini hacklerdi. Şimdi ise gerçekten önemli bir görevi vardı. 

İngiltere'ye dönmeden önce Ebu İbrahim Ahmed'i İslami Cihad örgütünün komutanlarından biriyle görüştürmüştü. Ebu İbrahim'in grubu tüm direniş gruplarına destek olmak için Kudüs İntifadası'nın başlamasıyla kurulmuştu. Bu yüzden Ebu İbrahim'in en iyi adamları olan Ömer, Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nda, Vasîm ise İslami Cihad'ın askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri'nde eğitim görmüş gençlerdi.

Ahmed'in yeni görevi Gazze şeridini izlemek için kullanılan İsrail İHA'larını (İnsansız Hava Aracı) hackleyip izlemekti. Okul dolayısıyla fazla vakti olmadığı için Ahmed görüntüleri kaydediyor, Hüsam ise bunları en güvenilir yollarla İslami Cihad'a ulaştırıyordu. İHA görüntülerinin yanı sıra İsrail polisinin güvenlik kameraları ve Ben Gurion Havaalanının bilgisayar sistemlerine sızmıştı. Kim, nereye, ne zaman gidiyor, hepsinden haberi oluyordu. Eline silah alıp savaşmak Ahmed için mümkün olmasa da, onun cihadı bilgisayar başındaydı.

Cennet Rüzgarı ريح الجنةDonde viven las historias. Descúbrelo ahora