Bölüm 47

2.7K 372 25
                                    

Filistin | el-Halil - Haziran 2016

Rutubet kokusu genzini yakmasına rağmen derin bir nefes daha aldı Danny. Dünden beri yerin kim bilir kaç metre altındaki bu tüneldeydiler. Vasim onları Danny'nin birkaç kilometre olduğunu düşündüğü kadar yürütmüş ve odacıklardan oluşan bölüme ulaştırmıştı. Kaldıkları oda Ömer ve onun Fısıltı dediği, gerçek ismininse Ebu İbrahim'in emriyle kimseye söylenmediği Ebu Adnan lakaplı casusun kendisini sorguladıkları hücreye benziyor, Danny'nin hatırlamayı hiç istemediği anıların zihninde yeniden canlanmasına neden oluyordu. Bu benzerliğe rağmen farklılıkları da epey fazlaydı. Loş da olsa çalışan bir aydınlatma, karşılıklı iki duvara bitişik olarak yerleştirilmiş iki yatak, bir giysi dolabı ve demir kapının hemen yanına konulmuş aynı şekilde demirden bir masa vardı odada.

Burada daha ne kadar kalacaklarını bilmiyordu Danny ama bir an önce çıkmalıydılar. Yıllarca burada saklanamazdı. En önemlisi ise, Tasnim'in yaraları hiç iyi durumda değildi. Danny çıkamasa bile onun bir hastaneye götürülmesi gerekiyordu. Tünele ilk girdikleri gün peşlerinden gelen adamlardan bir tanesi doktor olduğunu söyleyerek Danny'nin de yardımıyla Tasnim'in yaralarıyla ilgilenmişti. Siyonist askerin kontrol noktasından açtığı ateş sonucunda bir kurşun sol kolunu sıyırmış, bir tanesi ise sağ baldırına saplanmıştı. Doktor ikinci kurşunun yerden sektiğini tahmin ediyordu.

Kolunu dezenfekte edip bulabildikleri en steril bezlerle sarmış, bacağındaki kurşunu da Tasnim'in baygınlığından yararlanarak çıkartmayı başarmıştı Doktor Navvar. Ellilerinin sonunda bir adamdı. Ramallah'taki Birzeit Üniversitesi'nden mezun olmuş ama hastanelerde görev yapmak yerine kendini mücahidlerin yaralılarını tedavi etmeye adamıştı. Bunun için de neredeyse Filistin'in tüm şehirlerini gezmiş, nerede çatışma çıksa soluğu orada almıştı. Kudüs İntifadası dolayısıyla yaralı sayısının çok olduğu el-Halil ve Cebel el-Mukabbir arasında gidip geliyor, mücahidlerin yaralarını sarmaya çalışıyordu.

Danny kolunu hafifçe kaldırıp bileğindeki saate baktı. Bu saat de olmasaydı zaman kavramından iyice soyutlanacaktı. Neyse ki iftara az kalmıştı. Yemekten sonra ise Doktor Navvar halen baygın yatmakta olan Tasnim'i kontrole gelecekti. İlk Ramazan'ına bu şekilde merhaba diyeceğini hiç tahmin etmezdi. Hayalleri hep Tasnim, şimdiye kadar hiç oturup uzun uzun hasret gideremediği kız kardeşi Aişe ve Ömer'le birlikte bir iftar sofrasında oruçlarını açtıkları şeklindeydi. Bu hayalinden bahsedince Tasnim gülerek ''Ömer'in yanında ben nasıl yemek yiyeceğim? Hep kendini düşün sen'' demişti.

Bir kez daha güldüğünü görmek için neler vermezdi ki? Bir kez daha fazla kilo aldığından şikayet edip yine de her fırsatta bir şeyler yemesi ile dalga geçmek için nelerden vazgeçerdi? Bir kez daha gözlerine bakmak için... Ve iki gündür durmadan yaptığı gibi, bir kez daha mırıldandı o satırları.

''Ah, ne güzelsin, aşkım, ah, ne güzel! Peçenin ardındaki gözlerin güvercinler gibi.'' (Tevrat - Neşideler Neşidesi 4:1)

Sesi pek güzel sayılmazdı ama umurunda değildi. Ve devam etti o neşideyi söylemeye. ''Sedir ağaçlarıdır evimizin kirişleri, tavanımızın tahtaları ardıçlar.'' (Neşideler Neşidesi 1:17)

Kapının çalmasıyla mırıltısı kesildi aniden. Sanki birileri anlayacakmış gibi çekindiğini hissetti bir an. Tasnim onun Tevrat'tan bölümler okumasının bazı insanlar tarafından yanlış anlaşılacağını söylemişti.

''Müsait misin?'' diyen Vasim'in aslında Tasnim'in müsait olup olmadığını kastettiğini anladı ve yatağından kalkıp karısının üzerindeki ince örtüyü yavaşça kapıdan girildiğinde görünmeyecek şekilde başına doğru çekti. ''Buyur'' dedi işi bittiğinde. Tasnim'in henüz açmadığı gözlerine minik bir öpücük kondurmayı da ihmal etmemişti.

Cennet Rüzgarı ريح الجنةWhere stories live. Discover now