Birini Sevmek

603 57 8
                                    

Birini sevmenin kaderi olduğuna inanmaya başlamıştı Minho bir erkek için bu kelime biraz ağır olacaktı belki ama depresyonda gibi hissediyordu. Yaptığı hiçbir şey ona zevk vermiyordu. Yemek yemeyi hep seven biri olmuştu ama günlerdir midesine su ve birkaç parça atıştırmalıktan başka bir şey girmemişti. Saçları darmadağın ve pisti çünkü kendisinde banyo yapacak enerjiniyi bulamıyordu. Bir battaniye altında kanapede oturmuş sabah programından çizgi filme kanal ne yayınlıyorsa onu izliyordu.

Birini sevmenin değil o adamı sevmenin kaderi olduğuna inanmıştı. Ne yazık ki eline geçen her fırsat hüsranla sonuçlanıyordu. Onu bankta öyle küçücük ağlarken görünce canı çok yanmıştı öyle bir yanmıştı ki sözlükteki hiçbir kelime bu acının karşılığı olamazdı. O günden sonra birkaç gün yine banka gitti ve saatlerce bekledi, kampüste, sonuç panosunun önünde, yemekhanede, kütüphanede bir öğrencinin gidebileceği her yerde sadece bekledi. Onu görebilmek için yapabileceği her şeyi yaptı ama sonuçsuzdu. İşte bu yüzden o adamı sevmenin ve bunu ona asla söyleyemeden sadece sevmenin kaderi olduğunu inanmaya başlamıştı.

Kanepede hiçbir şey yapmadan bir battaniye altında kendini ve duygularını saklayarak geçirdiği bir haftasonunun ardından pazartesi dışarı çıkmak ona kendini zombi gibi hissettirmişti. Güneş üzerinde ışıldasın istemiyordu, kuşlar ötsün, insanlar gülsün istemiyordu. Gün başlamadan önce kedine gelmesine yardımcı olsun diye bir kahve almak için kafeteryaya uğradı. Etraf pek kalabalık olmasada kendisi gibi kahve içen ya da kahvaltı yapan insanlar vardı. Güneş ışıkları ve kuş cıvıltılarından uzak olmak için tüm pencere kenarı masaları pas geçip köşede bir yere oturup sessizce kahvesini içmeye başladı. Sonra aniden uzun zamandır -hafıza kartında o adamın resmini gördüğünden beri- kamerasına dokunmadığı, fotoğraf çekmediği aklına geldi. Çantasından kamerayı çıkartıp lensin odağını ayarladı bu sırada kamera lensinden bakıyordu dünyaya ve kapının önünde duran o adama. Kameranın lensinde beliren yüzünü görünce hiç tereddüt etmeden birazda refleks olarak deklanşöre bastı ve kamerayı hemen yüzünden aşağı indirdi. Onu görecek olmak düşüncesi yüzünü aydınlatmıştı ama kapıya kamerayla değil de kendi gözleriyle baktığında gördüğü şey hiçbir şeydi, boşluktu, yoktu. Aniden bir kızgınlık kapladı içini kendine karşı, kaderine karşı, o adama karşı kendisiyle oyun oynanıyormuş dalga geçiliyormuş gibi hissediyordu. Eşyalarını topladığı gibi kahvesi bile bitmemişken terk etti kafeteryayı şu an hissettiği kızgınlık ve hayal kırıklığı karışımı duygu yüzünden kamerayı ve fotoğrafı kontrol etmek aklına gelmiyordu.

Ne yapsa içindeki kızgınlık geçmiyor bir türlü sakinleşemiyordu. Kimseye saldırmadan günü bitirmişti ama ona yalnızlığını hatırlatan ve sadece daha çok düşünmesini sağlayan evine dönmeyi istemiyordu. Bu yüzden kızgın olduğu zamanlarda ya da karar vermeye ihtiyacı olduğunda ona yardım eden kedini daha iyi hissetmesini sağlayan sevgilisine ihtiyacı vardı. Spor yapmaya ihtiyacı vardı. Çantasını ve üzerindeki spor yapmaya engel kıyafetlerini çıkarıp merdiven basamaklarına bıraktı. Kampüsün hemen aşağısındaki üniversiyete ait bu minik spor tesisinde görünen o ki spor yapmaya ihtiyacı olan bir tek o değildi. Favori sporunu yapacak futbol oynayacaktı ama etrafta oynayabileceği kimse yoktu. Yalnız başına futbol oynayamazdı zaten şu an hiç yalnız bir şeyler yapma havasında değildi. Biraz bakınınca az ilerde bir grubun basketbol oynadığını gördü. Futbol gibi değildi ama basketbolda da fena sayılmazdı hem oda takım oyunuydu. Onlara doğru ilerlerken oynayanlardan birinin daha önceden birkaç kez konuşup beraber futbol oynadığı bir sunbaesi olduğunu fark etti. İyice yaklaşıp başıyla selam verdi sonra oynamak istediğini belirtince Dongjoo sunbae hemen yanına gelip kolunu Minho'nun omuzuna doladı birlikte bir takım olduklarını söyledi. Evet spor Minho'ya iyi geliyordu ve evet kendinden büyüklerle arkadaşlık etmek onu daha rahat hissetiriyordu.

Biraz zaman geçtikten sonra Minho gerçekten sakinleşmeye kendine dönmeye başlamıştı. Düşünceleri zihniden uzaklaştırmış kendini oyuna odaklamayı başarmıştı şu an tek istediği seti kazanmaktı. Maçın en heyecanlı yerinde karşı takımdan biri topu dışarı attı ve hiç kimsede peşinden gidip onu durdurak enerji varmış gibi görünmüyordu o yüzden topun yuvarlanmasına izin verdiler taki birinin ayaklarına çarpıp durana kadar. Topu atan çocuk birkaç adım attı ve bağırdı.

'Ya! Sen topu atmayacak mısın? Görmüyor musun maç yapıyoruz? Hey sana diyorum sağır mısın?'

Bunun üzerine nefesini düzenlemeye çalışan Minho arkasına döndü ve kaderiyle karşılaştı. Bu oydu yine tüm görkemiyle karşısında duruyordu gözleri yerdeki basketbol topundaydı ama hiçbir şey yapmıyordu sadece topa bakıyordu. Minho ne olursa olsun ondan kaçamıyordu hatta ona onu sevdiğini asla söyleyemeyeceğini kabul ettikten sonra daha sık karşılaşır olmuşlardı. Bu sırada Minho'nun aklına kamerası geldi o anı kendi uydurmadıysa hafıza kartında o adamın başka bir fotoğrafı olmalıydı. Onu bu düşüncelerden uzaklaştırıp gerçek dünyaya döndüren Dongjoo sunbaenin sesi olmuştu o ada bağırıyordu ama topu atan çocuğa.

'Yah! onun kim olduğunu görmüyor musun, serseri?' diye onu azarlayıp koşar adım isimsiz adamın yanına gitti Dongjoo sunbae topu hemen ayağıyla kenara itip isimsiz adamın koluna dokundu bir yandan da ona bir şeyler söylüyordu. Minho ne söylediğini duyamıyordu ama bu onu rahatsız ediyordu ne yani Dongjoo sunbae onun hayallerinin adamını tanıyor muydu? Dongjoo bir şeyler söylüyordu ama isimsiz adamın dudakları bile kımıldamıyordu yüzünde yine fotoğraftaki o ifade vardı. Minho daha fazla dayanamayıp Dongjoo sunbae'ni ayağı ile ittiği topu alma bahanesiyle onlara biraz daha yaklaştı bu mesafeden ne konuştuklarını daha doğrusu Dongjoo sunbaenin ne dediğini duyabiliyordu.

'Daha ne kadar böyle devam edeceksin ha? Lütfen bence bu onu daha çok üzüyordur...' Dongjoo sunbae beklentiyle karşısındaki adama bakıyordu ama sonuçsuzdu.

'Pekala nasıl istersen? Ama bir şey olursa beni ara tamam mı numaramı biliyorsun.' Dongjoo sunbae son olarak bunları söyleyip omuzunu pat patladı isimsiz adamın sonra oyun sahasına geri dönmek üzere yürümeye başladı bu sırada Minho elinde basketbol topu yine gidişini izliyordu kaderinin.

'Keyfim kaçtı artık oynamak istemiyorum ama siz devam edin.' diyip uzaklaşmaya başladı Dongjoo sunbae diğer adamlar Minho'ya bakıyordu. Minho topu onlara fırlatıp 'Maç bitmiştir, biz kaybettik.' dedi ve eşyalarını almak üzere basamaklara yöneldi.

Spor içindeki kızgınlıktan onu kurtarmıştı ama kızgılık yerini merağa bırakmıştı. Dongjoo sunbaenin onu tanıyor olması ve koluna dokunması Minho'nun alışık olmadığı bir hissi uyandırmıştı. Sanırım bu hissi geçirecek olan şey Dongjoo sunbae'ye gidip neler olduğunu sormaktı.

Kamera LensiWhere stories live. Discover now