Yakından Yani Bu Kadar Yakından

516 49 13
                                    

Çalışma masasının üzerinde karakalem ile yapılmış bir sürü resim duruyordu Kibum kendine geldiğinde. Daha önce hiçbir şeyi -ailesi hariç- ikinci kez bile çizmemişti ama kendisini gözetleyeceğini söyleyen çocuktan oluşan bir koleksiyon duruyordu karşısında. Aniden panikledi ve resimleri toplamaya başladı onları kimsenin görmesini istemiyormuş gibi davranıyordu zaten etrafında onları görebilecek kimse yoktu ama yine de saklamak istedi Kibum tanımadığı adamın resimlerini. Doğru düşünemiyordu ve bu onun en nefret ettiği şeylerden biriydi. Hayatının kontrolünü kaybetmek hem en korktuğu hem en nefret ettiği şeydi.

Yalnız olunca kontrollü olmak zorundaydı insan hata yapma lüksü yoktu çünkü arkasını toplayacak biri yoktu. 7 milyar nüfuslu dünyada nasıl yalnız kalabilir ki insan! Bal gibi de kalınıyordu işte öyle yalnız olunuyordu ki yalnızlık bile yalnız bırakıyordu sizi. Bir akraba eş-dost hiç mi yok diye düşünmeden edemiyor insan. Belki vardı belki yoktu ama Kibum bunları hiç bilmiyordu. Ağabeyi her zaman böyle şeyleri saklamıştı ondan 'Benim senden başkasına ihtiyacım yok' derdi ne zaman bu konu açılsa ve kaşlarını çatardı. Ağabeyi kaşlarını çatmaktan nefret ederdi ve Kibum bunu bilirdi o yüzden sormazdı. Daegu'dan Seoul'e geldiklerini biliyordu ve evlerinin hala orada olduğunu... sadece bu kadardı. Eğer kanından biri varsa o arayıp bizi bulmalı diye düşünmeye alışmıştı küçükken ve hala öyle düşünüyordu. 

Resimleri dosyaların altına bir yerlere saklayıp gözlerini kapadı ve vücuduna bir titreme yayıldı. Ayak parmak uçlarının çorapların içinde olsa bile mor olduğunu hissedebiliyordu kalkıp termostratı kontrol etti. Her kış başında olduğu gibi yine bozulmuştu. Seninle sonra ilgilenirim benim acilen ısımaya ihtiyacım var diye düşünüp banyoya ilerledi. Sıcak bir su her şeye yardımcı olurdu ısınmasınada, düşüncelerinden kurtulmasınada...

Henüz kafasında havlu sarılıyken bir anda karardı odanın içi, hatta mahallede bile bir ışık belirtisi yoktu. Kibum eve geldiğinden beri devam eden yapmur şiddetlenmiş ve elektriklerin kesilmesine sebeb olmuştu. Karanlığı sevmezdi Kibum o yüzden ıslak saçlarını umursamadan soğuk yatağına uzandı ama yarın o küçük burnunun ren geğiyi gibi kızaracağını ve vücudunun alev alev yanacağını bilmiyordu.

Ertesi sabah uyandığında bir kamyon dayak yemiş gibi hissediyordu Kibum sanki kocaman bir pense başını kıstırıyor gibiydi. Midesi bulanıyordu ve dengede durmakta zorlanıyordu tüm bunlara rağmen hazırlanıp yola çıktı. Kendisine yalnız olduğunu her fırsatta hissettiren evinde uzun süre kalamazdı. 

Sabah içinde endişeyle uyandı Minho dün yaptığı saçmalıklar yüzünden birkaç gün Kibum'un etrafında görünmesem iyi olur diye düşünüyordu. Her ne kadar huzursuz hissettirsede yine de güzel sanatlar fakültesinin her zaman olduğundan biraz daha uzak bir köşesinde beklemeye başladı. Çok geçmeden Kibum göründü ama tuhaftı. Sanki bacakları birbirine dolanıyormuş gibi yürüyordu. Cildi her zaman olduğundan daha beyaz görünüyordu ve burnu daha kırmızı. Bir insan nasıl bu kadar beyaz olabilir diye düşündü Minho. Şimdi içinde sabah olandan daha çok endişe vardı. Büyük kapıdan içeri girip kayboldu Kibum ve tüm endişesi ile birlikte derse yetişebilmek için adımlarını hızlandırdı Minho.

Arkadaşlarının öğle arası olduğunu haber veren sesini duyana kadar bir an olsun Kibum'u ve görüntüsünü aklıdan çıkarmamıştı Minho. Acaba hasta mı oldu? Yolda gelirke başına bir şey mi geldi? Düşmüş olabilir mi? Bir sürü ihtimal geçmişti aklından midesinin şiddetle guruldayan sesine daha fazla karşı koyamayıp kafeteryaya doğru ilerledi. Kapıdan içeri yeni girmişti ki geniş alanın karşı tarafında içecek makinalarının olduğu yerde sarı saçlarıyla dünyasını aydınlatan ama bugünkü tuhaf görüntüsüyle kalbini parçalayan genci gördü. 

Kamera LensiWhere stories live. Discover now