Meriç

905 31 6
                                    

    Bazen hayat istediğimiz gibi gitmez... Sen kendini ne kadar iyi biri olarak görsen de etrafınla aynı düşünceleri yakalamamış olabilirsin.. Bunu duymak bir yana, başka birinden,kardeşim dediğin insanın arkandan böyle dediğini duymak daha çok üzer heralde..

    Durup şöyle bir kendine bakmak gerekir arada. "Ya, ben nerede hata yapıyorum?"

 Senin dışında, herkes böyle düşünüyorsa, hayat koşusunda biraz durmak, düşünmek gerekir galiba... İşte tam da bundan bahsediyorum. İnsanlara sorarak bulamazsın hatalarını. Hata senin hatan! Niye başka insanlar bulsun, söylesin ki? (O zaman onlar senin hatanı aramış olmaz mı? Sözün çıkış yerini buldum yine süperim. :D )

Ne kadar dostunum derse desinler her biri farklı bir hatanla çıkmayacak mıdır karşına? Olayların etrafından gözlemleyenler olsalar da, hatalarını kendin bulmalısın.. Yoksa düzeltmek için de başvurmaz mısın; dost gördüğün o minik yılancıklara?! 

Olayların üzerinden tam 3 gün geçmişti ama ben daha evden çıkmamıştım... Annemin ısrarlı çabaları da beni evden çıkaracak gibi görünmüyordu.. 3. günün öğleni, yardım kuvvetlerini devreye sokmuş annem... Ben odamda, pijamalarımla Fringe izlerken (Melisa'ya selam olsun o biliyo kendini) çalınmadan etmeden, dan diye biri daldı odama.. Elimdeki koca mısır kasesini çekmeye çalışan, saçlarımın, üstümün haline gülen kişi Meriç'ti.. Utanmıştım ona bu halde yakalandığım için.. "Bekar evi gibisin, şu haline bak. Kalk gidiyoruz hadi."

Yataktan kalkacak halim yoktu benim, nereye gitmekten bahsediyor bu.?!

"Kadın Basketbol maçına bilet aldım. Arena'ya gitmemiz gerek, maça yarım saat var."

"Niye daha önce söylemiyorsun!" Kaseyi eline tutuşturduğum gibi banyoya gittim, kahkaha sesleri buradan bile duyuluyordu.. Tekrar yanına döndüğümde annemle sohbet ediyorlardı,"Tebrik ederim Meriç, Eylül'ü 3 günün sonunda yataktan kaldırdın. Seni aramam gerektiğini biliyordum." 

20 dakika sonra hazırdım ve salonda ağaç olan Meriç'i de aldığım gibi çıktım dışarı.. Motoruna binip siteden çıkmaya hazırlanıyorduk ki, geçen gün kanımca çok sert çıkıştığım Burak'tan özür dileyip, hatrını sormak geçti içimden.. Merve yoktu uzun zamandır, sınavların da bitimiyle kendini Akdeniz'e doğru atmıştı çoktan.. Meriç'i daha fazla bekletmek fikri içime sinmediği için onu da yanımda gelmesi için ikna ettim. Sahadan içeri girdiğimizde gördüğüm görüntü.. Günün maçıydı aslında. İzlemeye gitmeme gerek bile yoktu..

   Burak, kolunun altında bir kız, sahanın görünmeyen köşesinde, sarmaş dolaş... Daha fazla anlatmak gelmiyor içimden... Uzaktan kim olduğunu anlamasam da "Umarım Merve'dir, umarım Merve'dir" diyerek yaklaştık yanlarına.. 

Belki de sesim sitenin arka bloklarından duyulmuştur, "YAĞMUR?" 

Bu benim için cidden zor bir durumdu, Burak'ın yanındaki kız birnevi kardeşimdi ve sanırım Merve bu yaşananları bilmiyordu.. Merve'yle Yağmur yüzünden aramı bozmak, hatta iş ilerlerse yazılı olmayan, fakat her evde geçerli olan "Kardeş Hakları" sebebiyle girilecek bir kavgada resmi taraflı olma fikri canımı sıkmıştı.. 

"Yağmur, biraz gelir misin?"  Ağır ağır doğrulduğu yerden sonunda yanıma ulaşabilmişti.. 

"Napıyorsun kızım sen?! Onun bir sevgilisi var, farkında değil misin?"

"Eylül?! Bu ne resmiyet böyle abi? Sanki evliymiş de metresiymişim gibi davranma, hem sen kimsin ki? Ne hakla karışıyorsun bana? Tamam, kardeş olabiliriz bir yerde.. Bu sana beni yargılama hakkı vermez.!" 

"Sizi yargılamıyorum bile, iğrençsiniz! Merve gelince umarım saçını başını dağıtır senin... Yüzünü paramparça etsin, umrumda olmayacaksın, haberiniz olsun..." 

Ben Yağmurla konuşurken, Meriç bulduğu basketbol topunu sektiriyordu.. Elinden aldığım gibi Burak'ın kafasına fırlattım, bana yaptığı gibi..

" Terbiyesizler!" diye bağırdım, Meriç beni çekiştirirken..

Her neyse, kafam Yağmurlara takılmış bir şekilde ne kadar izleyebildiysem, izledim işte maçı... 

Zaten yenildik! İyice sıkıldı canım..

Meriç, organizasyonu günler öncesinden düşünmüş gibiydi, tanıştığımız, beraber sahne aldığımız kulübe gidecekken, ultra lüks bir yerde durmasından anlamak gerekliydi zaten..İçeri girerken tuttuğu elimi, masaya geçene kadar bırakmadı.. Kafamı bir türlü yaşadığım ana veremiyordum zaten, niye benim için işleri zorlaştırıyordu ki? 

"Eylül!  Dinle!" dedi , büyülü ses tonuyla.. " Bu günü böyle hayal etmemiştim, olsun, ne yaşanırsa yaşansın, bugün sana gerçekleri anlatmalıyım... Seninle tanıştığım ilk günden, beraber şarkı söylediğimiz ilk dakikadan beri seni düşünüyorum.. Her şey seni hatırlatıyor bana, dinlediğim şarkı, yediğim yemek.. Acaba Eylül olsa ne yapardı diye düşünerek yaşıyorum her şeyimi. Çoğu kez ortada hiçbir şey yokken, şapşal bir şekilde gülümser halde buluyorum kendimi... Fakat çok sıkıldım bu tek taraflı oyundan.. Ben artık her şeyi seninle yapmak, seninle gülmek, her yeni güne seninle uyanmak istiyorum.. " Klişe bir teklif yapmayacağım sana, sen anladın ne demek istediğimi.. Ne dersin?

Duraksadım.. Al işte! Ben bu çocuğa işleri karıştırma dedikçe, hislerini iyice ortalığa seriyor, halıya dökülen kül gibi;tutmaya çalıştıkça parçalanıyordu elimde tüm gerçekler ...

   Onla sevgili olursam dostluğumuz da biter, beni artık maça götürmez, şık giyinip, ona şirin görünmek için makarnada bile bıçak kullanmam gerekecek diye düşündüm.. Hoşuma gitmedi ilk anda düşündüklerim...

Yine de o her zaman yanımda oldu benim.. Abi gibi, dost gibi korudu beni.. Bir şansı hakediyor diye geçirdim içimden.. Ben de ona karşı bir şeyler hissediyordum..

   

Hayvandan tek farkları, metafiziksel egoları olan insanların yaşattıkları yüzünden, kendi hayatımı yaşama fırsatı mı vermişlerdi bana?!  Doğduğum andan beri gerçekleşmişti bu iş... Hayatımı, okulumu, geleceğimi nasıl yönlendireceğimi düşünmekten, sıra kendime hiç gelmemişti ki.. 

Ne kadar uzun süre düşündüm bilmiyorum, Meriç'in gözündeki son umut da sönmek üzereydi... Elini tuttum, 'tamam' dedim en kararlı tonumla.. 

İçim pek rahat değildi yine de.. Ucunda annemin yüzünü kara çıkarmak vardı..Ucunda kendime olan saygıyı yitirmem vardı... Deneyecektim yine de... Meriçle kendime bir şans verecektim.. Mutluluğu hakediyordum ben de herkes gibi.. Şımartılmayı, hediyelere boğulmayı, SEVİLMEYİ.... En çok da bunu hakettim diye düşünüyordum.. Önüme gelen koca bir dilim çikolatalı pastayı yerken de onu düşündüm galiba :D 

Ağzım yüzüm çikolata içinde kalmış, Meriç'in suratıma bakarak verdiği komik tepkiyle kızaran yanaklarım ve 'Al işte daha şimdiden rezil olduk' hissiyle boğuşuyordum. Bu halimi savunmak için söylediğim cümle, en az onun kadar güldürdü Meriç'i.. " Maç acıktırıyormuş insanı.." 

Bu harika buluşmamız (!!) annemin arayıp eve çağırmasıyla nihayet sonlandı,  daha fazla maskara olmadım ilk günden sevgilime.. Sevgili!.. Ne kadar ciddi bir kelime be! Ben nasıl kaldıracağım bunun yükünü.?

Çocuksu bir ilişkiyi kendime yediremem zaten, saati belli tripler, kutlanan hafta, ay, yıldönümleri, aynı renk giyinme ihtiyacı, karşılıklı kurcalanan telefonlar, silinen numaralar, saat kaç olursa olsun arayıp "Naber?" diyip telefonu kapatabileceğim bir saçmalık dizini..

Aradığım şey böyle bir şey değildi.. Yağmurla Burak'ınki gibi bir yıldırım aşkı (!) da değildi beklediğim...

Sıcak, samimi, dostça bir beraberlikti tek istediğim... 

Yağmur'un altında beraber yürüyebileceğim, hırkasını sahiplenip, iki boy büyük gelen tişörtlerini giyebileceğim, yanında utanmadan sıkılmadan, -dost halimizi de kaybetmeden- her şeyi konuşabileceğim bir Meriçti istediğim... 

Sımsıkı tuttuğumuz ellerimizin hiç ayrılmamasıydı, ikimizin de tek dileği....  

AnnenWhere stories live. Discover now