Zor Zamanlar

836 27 7
                                    

Merhabaa arkadaşlar... Yeni bir bölümle karşınızdayım.. Aslında finali yazmıştım.. Şimdi hazırda duruyor ama paylaşmak gelmedi içimden..

Kendimi o kadar mutlu hissediyorum ki yazarken... Başka hikayeye geç diyorlar. Geçemem ki!

İster inanın ister inanmayın hayatım oldu bir anda bu hikaye.. İlerde büyük bir yazar olsam, kitabımın filmi çekilse kimleri oynatırdım diye hayalimdeki insanları arıyorum sokakta.. Eylül ismini duydukça içim bir hoş oluyor.. Bazen o kadar kaptırıyorum ki kendimi.. Odamın kapısını açıp Yağmur içeri dalacakmış gibi her seferinde.. Böyle bir hikayeyi bitiremem ki been!

Hele kısa zamanda bu kadar içimin kaynadığı Seda,Aleyna,Eftelya, kitabımı bu kadar övmüşken...

Her neyse, Eylül'ün hikayesi kaldığı yerden devam edeeer :))

Hayırlısıylaaa..!! Yorum ve vote bekliyoruz dostlarım !! :D

Bugünkü konumuz "Ölüm".. Söylerken bile içimizi titreten bu kelimenin, hayatımızdan neleri aldığını hepimiz çok iyi biliriz.. "En sevdiklerimizi..."

Cenazelerde çok üzülmemeye çalışırız hepimiz.. Dinimize göre de refaha eren odur çünkü... Şu yalan hayatın oyunlarını bir kenara koymuş, ebediyete ulaşmış kişilerdir onlar.. Ölüden korkanları da hiç anlamam.. Hem ne demişler, Ölüden korkma diriden kork diye.. İşte.. Ölümle yaşam çizgisi, tam burada kendini belli etmez mi zaten?

Levent'in gidişiyle yıkılmıştı bedenim. Hayat bana niye hiç gülmez diye sitem ettiğim günlerdendi yine.. Aldığımız haberle sarsılan bedenlerimiz hepimize hayatın kısalığını bir kez daha göstermişti..

Seçil Hanım'ın ölüm haberi... (Meriç'in annesi)

Saat sabahın altısıydı galiba.. Annemin hıçkırığa karışık sesiyle açmıştım gözlerimi.. Duyduklarının şokuyla telefonu kulağında tutuyor, halen en yakın dostunun ölüm haberine inanamıyordu....

Meriçlere gittik hemen.. Cenaze yerden kaldırılmış, merdivenlerde titreyen bedeniyle otururken, yerdeki kana odaklı iki kırmızı göz vardı karşımda.. Onu teselli etsin diye beklediği bir annesi yoktu artık... Meriç'i en iyi ben anlarım diye yanaştım yanına, "Başımız sağolsun.."

Titreyen sesi kulaklarımda yankılanıyordu, "Benim yüzümden.."

İlk başta anlam veremediğim bu sesleniş, olayın şokuydu sanırım... Sürekli tekrarlıyordu.. Göz pınarları çoktan kurumuş, annesinin kokusunun sindiği bu evde, Meriç'in halini düşünemiyordum ...

Yanına oturacaktım, onu ne kadar teselli edebilirdim bilmiyorum ama bunu cidden yapacaktım.. Sevgiliyi bırak, gerçek dostlar bu zamanlar için gerekli değil miydi?

Meriiiç! diye bağırarak girdi içeri Yağmur... "Burası cenaze evi, bağırma bu kadar" diye ikaz etti Meriç'in dayısı... Utanıyordum bu kızla bir bağım olduğuna... Meriç'in yanına sokuldu iyice.. Ne teselli verecekse! Ne bilir ki bu kız, gerçek acının ne olduğunu?

Çok şükür kurtuluyordum ondan. İzmir'de yaşamak istiyormuş. Buralardan çok bunalmış hanımefendi...

Ölüm korkusu... Böyle konular insanın aklına hep geceleri gelir biliyorum. Yalnızlık en çok o zaman canını yakar insanın.. Kendi ölümünü geç, sevdiklerin olmadan ne yapacağın gelir aklına.. Çok sık duyduğum bir laf vardır , " Korkularının izni oldukça yaşarsın..."

Olayın üstünden bir hafta geçmişti. Annem Meriç'in bu sürede yalnız kalmaması gerektiğini düşünmüş, evimizde yer açmıştı ona. Kendine ayrılan odadan pek çıkmıyordu Meriç.. Yine odasından hıçkırık sesleri duyduğum birgün pat diye daldım içeriye.. Annesinin resmine sarılıp ağlıyordu Meriç.. Nefes alamıyordu hıçkırmaktan.. Onu böyle görmek beni mahvediyordu..

AnnenWhere stories live. Discover now