4. Şehre Bahar Gelince

25K 1.7K 3.1K
                                    





2016 - ARALIK



*





"Kütüphane yirmi dört saat açık olmasa halimiz ne olacaktı acaba?" dedi Ozan etrafına bakınarak. Barbaros kütüphanesi en sevdiğiydi. Kadıköy'e gidip tıp fakültesinin endişeli öğrencileriyle aynı kütüphanede çalışırdı eskiden. Sonra orada bulunduğu müddetçe kaygı düzeyinin yersiz şekilde yükseldiğini fark etti. Bu, fakültenin ilk iki sınıfı için sorun değildi ama sonra, her şey bir anda alt üst olunca, not ortalaması ve okulun bitmesi gereken süre önem arz etmeye başladı. Bir yük bindi sırtına. Taşıması zor değildi ama yürüdüğü yolda ayağının takılmaması lazımdı. Kaygılanmak, bunu fazlaca yapmak taşlı bir yolda yürümek demekti ve maazallah insanın ayağı o taşlara takılmayagörsün doğru bildiğini bile unuturdu insan. Bu yüzden Barbaros'a uğramıştı bir gün. Katlar daha alçak, daha basık, çalışma alanı daha dar ama eve daha benzer, kitap rafları bile bir salon havasında ve bu yüzden de estetik, ahşap tonları ile sıcaklığı korunmuş... Bir başkası için komik olabilirdi bu detaylar ama günün neredeyse sekiz saatini burada geçiren ve kendince küçük takıntıları olan bir insan için her detay önemliydi.

Ama işte bir illet vardı ki, Tıp Fakültesinden farklı olarak vize ve final denilen sınavlarla senenin belli dönemlerinde öğrenci istilası olurdu burada. Zaten bu insanlar çok değil, senede iki ya da üç kez gelirdi kütüphaneye, üç beş gün fazla mesai yapardı o kadar. Yine de rahatsızlık verirdi varlıkları.

Ozan kendine bir yer bulabildi mi laf etmezdi ama İbrahim vardı bir de. Kadıköy'den Beşiktaş'a kendisi için gelen, içten, sevecen ama çenesi biraz fazla düşük olan, bir de panikledi mi eli ayağına dolaşan Aydınlı İbo. Ozan üniversite hayatını dilim dilim bölse, en çoğu İbo'da kalmazdı belki ama İbo fotoğrafçılık kulübündekilerle başı birlikte çekerdi.

"Ne olacaktı, vardiyayla nöbet tutacaktık yine," dedi İbrahim. İki sene önce ilaçlama bahanesiyle kütüphanenin kapatıldığı zamanı hatırladılar. "Allah korusun," dedi Ozan. Sonra gülerek "Yastıkla gelmiştin lan bir sabah," dedi.

İbrahim de "Benden çok sen uyumuştun lan o yastıkta," diye karşılık verdi. Ozan, yorgunlukla kollarını havaya kaldırıp oturduğu yerden esnetti bedenini. Yumuşak bir yastığın hayaliyle tutulan boynunu eğdi, hayal etti, yine olsa yine uyurum dedi içinden. Hatta keşke uyusaydı, şöyle birkaç hafta, kesintisiz, hiç ama hiç uyanmadan. Sıcak bir yatak, mümkünse yeni yıkanmış çarşaflar, mümkün değilse en fazla üç haftadır yıkanmamış olmalıydı çünkü bir tık fazlası rahatsız edici oluyordu, mevsim yazsa kapılar açık olmalıydı ki esinti olsun, kışsa içerisi yirmi üç derece olmalıydı, yorgan istemezdi ama güzel ısıtan bir battaniye ya da pikeye hayır demezdi, yazın da ince pamuklu bir çarşaf ve...

İbrahim'den yediği dürtükle gözünü açtı adam. "Ulan hakikaten uyuyorsun."

Uyuyordu, kim uykunun hayaliyle uyumak istemezdi ki? Eliyle yüzünü yıkar gibi sıvazladı Ozan. Bir an kısa devre oldu zihninde. Zaman ve mekân kavramı birkaç saniye içinde gidip geldi. Tus'a çalışmıyordu şu an, ders çalışıyordu, elinin altında "Küçük Stajlar" kitabı vardı, evet üç haftalık bir nöroloji maratonundan geçmiş şimdi sınavına hazırlanıyordu. Bitince "oh" diyemezdi zira bir haftalık beyin cerrahi onu bekliyordu. Bu demekti ki, bir haftalık staj sonunda yeni bir sınavla kucaklaşacaktı. Hafta sonu ise dershane.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now